TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ

TR | EN
Türkiye Komünist Partisi
  • Anasayfa
  • Parti
    • TKP Hakkında
    • Temel Metinler
      • Program
      • Toplumcu Anayasa
      • Kongre Konferans Metinleri
    • TKP Yönetimi
  • Gündem
    • Açıklamalar
    • Haberler
    • Foto Galeri
  • Yayınlar
  • Örgütler
  • İletişim
BAĞIŞ YAP
TKP GÖNÜLLÜSÜ OL
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
Türkiye Komünist Partisi
  • Anasayfa
  • Parti
    • TKP Hakkında
    • Temel Metinler
      • Program
      • Toplumcu Anayasa
      • Kongre Konferans Metinleri
    • TKP Yönetimi
  • Gündem
    • Açıklamalar
    • Haberler
    • Foto Galeri
  • Yayınlar
  • Örgütler
  • İletişim
BAĞIŞ YAP
TKP GÖNÜLLÜSÜ OL
Türkiye Komünist Partisi
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
Anasayfa Haberler

Türkiye’de Kadın Emeği broşürü yayımlandı

5 Mart 2020
143021

TÜRKİYE’DE KADIN EMEĞİ

Kadın İşçilerin Karşı Karşıya Kaldığı Sömürünün Görünümleri

İşçi sınıfının mücadele tarihinde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü önemli bir yer tutuyor. Sömürü düzenine boyun eğmeyeceklerini, eşit ve sömürüsüz bir dünya için mücadelede ön saflarda yer alacaklarını her deneyimde yeniden gösteren emekçi kadınlar, yakın zamanda Tekel direnişinden Flormar ve Simo Tekstil direnişlerine kadar ülkemizin pek çok yerinde emeklerini savundular. Bu mücadele deneyimleri ile beraber 2020 yılının 8 Mart’ında da bu düzeni değiştirmek isteyenlerin, Türkiye’de emekçi kadınların mücadelesini yükseltmek görevi ve sorumluluğu bulunuyor.

Çünkü düzen değişmedikçe kadınlar adına da eşitsizlikler derinleşiyor, sömürü artıyor. Kadınların çalışma yaşamına katılımı, istihdamı, ücretleri bu eşitsizliklerden payını alıyor. Sermaye egemenliği derinleştikçe, paranın gücü arttıkça; kadınlar aynı işi yapsa da daha az kazanıyor, üstelik eğitim alsa da bu gerçek değişmiyor.

Çalışabilir yaştaki nüfusun yarısından fazlasını kadınlar oluştururken, kadın nüfusunun önemli bir bölümü çalışamıyor ve istihdam edilebilir nüfus içerisinde çok düşük oranda yer alıyor. Çalışabilir olanlarsa düşük ücret alıyor.

Kadın emekçilerin işyerlerinde uğradıkları baskı ve sömürü, uzun çalışma sürelerinden sağlıklarının hiçe sayılmasına, işsizlik tehdidinden fiziksel ve cinsel şiddete kadar birçok yönde yaşanıyor. Patron sınıfının tüm emekçilerin en temel yasal haklarını bile hiçe saydığı çalışma koşulları içerisinde kadın işçiler, kadına yönelik toplumsal baskının ve şiddetin her türlüsünü istisnasız bir biçimde işyerlerinde de yaşıyor.

Kadınlar için istihdam politikaları bir yandan ucuz iş gücü ile ekonominin büyütülmesi mantığına dayanırken diğer yandan kadının evleneceği ve çocuk doğuracağı için “verimsizleşeceği” öngörüsü ile uygulanıyor. Böylesi bir ayrımcılığın kabul edilmesi söz konusu değildir.

Cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kalkması için toplumsal yaşam eşitlikçi bir yaklaşımla düzenlenmelidir. Kadınların eşit bireyler olarak toplumda yer alması bugün için yalnızca mücadelemizin konusudur. Kadını ikincilleştiren politikalara karşı mücadele, emeğe düşman bu düzene karşı mücadeleden, bu düzeni değiştirme mücadelemizden ayrılamaz.

KADIN EMEĞİ NASIL SÖMÜRÜLÜYOR?

Toplumların sınıflara ayrılmasıyla değişen işbölümü, yüzyıllar içerisinde kadınların toplumsal üretime kattıklarında ve kadının toplumsal statüsünde türlü değişikliklere neden olmuştur. Bir dönem başlıca sorumlulukları ailenin giyinme ve beslenme ihtiyacını karşılamak üzere dokuma, dikiş, kışlık yiyeceklerin hazırlanması, ev işleri olan kadınlar kapitalizmin gelişmesi ile artan işgücü ihtiyacını karşılamak üzere fabrikalarda yerlerini almışlardır. Kitlesel olarak dokuma fabrikalarında başlayan kadınların işçiliği, çağımızda neredeyse tüm sektörlerde sürüyor.

Bugün teknik gelişim ve Teknolojik ilerleme ile birlikte üretimin büyük oranda otomatize edilmesi, beden gücü gerektirecek imalat sektörü oranının azalması ve toplumsal üretimde hizmet sektörünün artan rolü ile birlikte dünyada, hâlâ erkeklere göre düşük olmakla birlikte, kadınların işgücüne katılım oranı yükselerek yüzde 47,66’ya çıktı.

Düşük ücretler ve yeni sömürü biçimleri

Geçtiğimiz yüzyıla göre kent nüfusunda meydana gelen belirgin artış, yedek işçi ordusuna milyonlarca kadın emekçinin eklenmesiyle sonuçlandı. Kapitalizmin bitmeyen kriz döneminin aynı zamanda işçi sınıfının örgütsüzlüğünün de yaygınlaştığı dönem olması nedeniyle, geçim sıkıntısı içindeki emekçi sınıfların kadınlarının çok daha düşük ücretlere çalışması neredeyse doğallaştı. Bu açıdan devletlerin ve şirketlerin önemli ölçüde ucuz emek gücü üzerine kurulu kalkınma ve büyüme stratejileri için kadın emek gücü artık vazgeçilmez hale gelmiştir. Bugün dünyada kadınların ücreti erkeklerden ortalama yüzde 20 daha düşüktür.

Kadın emeğinin tek sömürülme biçimi daha düşük olan ücretlerden ibaret değildir. Evden yapılabilen işlerin çeşitliliğinin artması, kapitalist sınıf için pek çok avantaj barındırırken, emekçi sınıflar ama özellikle de emekçi kadınlar için açık ve örtülü, yeni sömürü biçimleri anlamına gelmiştir.

Çocuk, hasta ve yaşlı bakımı nedeniyle ev dışında çalışma olanağı olmayan kadınların istihdam edilme olanağı ve zorlu çalışma koşullarından uzakta ve güvende, ev ortamında çalışma fırsatı olarak pazarlanan evden çalışma; bugün artık parça başı dikiş, nakış işinin çok ötesinde bir çeşitlilik içermektedir.

Bilgisayar başında çeviri, yazılım vb. yapmanın yanı sıra yan sanayi mallarının üretimini de kapsayan evden yapılan işler, patron sınıfı için esnek, kayıtsız ve güvencesiz işçi çalıştırabilme olanağı anlamına gelirken, evden çalışanlar için iş yeri güvenliği sağlanmamış evlerde kayıt altına alınmayacak kazalar ve derin sömürü anlamına gelmektedir. Üstelik bu yeni işyerleri, işçilerin bir araya gelerek dayanışması ve örgütlenmesinin önünde de doğal bir bariyerdir.

Kadın emeği patronlar tarafından niye tercih ediliyor?

Kadınları gebe kalma ve çocuk bakma ihtimalleri nedeniyle işe almayı tercih etmeyen patronlar, özellikle kriz dönemlerinde kısa dönemli ve yarı zamanlı olarak, sözleşmeli ya da sözleşmesiz bir şekilde kadın işçileri istihdam etmeyi tercih etmektedirler. Mesleki gelişmenin mümkün olmadığı bu geçici işler, kadınlar için çok daha yıpratıcı ve ev işleri sorumluluğunun da sürdüğü düşünüldüğünde çok daha fazla yorucu olmaktadır.

Patronların ve onları temsil eden siyasetçilerin kadın istihdamını artırmaya yönelik politikalar geliştirmesinde temel amaç, “modern çağa uygun,” cinsiyetler arasındaki uçurumları kapatma ihtiyacı değildir. Buradaki temel amacı, ekonomik büyümenin sürdürülebilmesi için kadın emek gücüne olan ihtiyacı süslü sözler ve popülist politikalarla servis etmek oluşturuyor. Üstelik kapitalizm, kadın emek gücünün daha kolay “yönetilebilir” olması için kadın üzerinde türlü mekanizmalarla baskı kurmaya devam ediyor. “Sesini çıkarmayan, geride duran” kadın işçiler çalışma hayatında da patronlar için daha az riskli görünüyor. Böylece bir bütün olarak işçi sınıfının, daha azına razı olacağı kabul ediliyor.

GÖSTERGELERLE ÇALIŞMA YAŞAMINDA KADINLAR

Kadın istihdamı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Kasım 2019 işgücü istatistiklerine göre 15 yaş ve üzeri toplam nüfus 61 milyon 840 bin. Bu nüfusun 30 milyon 552 bin kadarı erkek, 31 milyon 288 bin kadarı kadınlardan oluşuyor. Yani çalışabilir yaştaki nüfusun yarısından fazlasını kadınlar oluşturuyor.

İşgücü olarak nitelendirilen nüfus 32 milyon 477 bin. İşgücünde 21 milyon 881 erkek, 10 milyon 596 bin kadın yer alıyor.

İşgücü içerisinde istihdam edilen nüfus ise 28 milyon 169 bin. 19 milyon 327 bin erkek istihdam edilirken kadınlarda bu sayı 8 milyon 841 bin.

Çalışma yaşamına katılabilen kadın sayısının toplam kadın nüfusuna göre oldukça düşük olduğunu görüyoruz. 10 milyon 596 bin işgücü olan kadınların 8 milyonu istihdam ediliyor.

Bu rakamları oransal olarak değerlendirdiğimizde ise eşitsizliğin boyutu daha çıplak şekilde görünür hale geliyor. 15 yaş üzerindeki toplam nüfus içerisinde erkeklerin istihdam oranı yüzde 63,3 iken kadınlarda bu oran sadece yüzde 28,3.

Türkiye ortalamasının yüzde 52,5 düzeyinde olduğu işgücüne katılım oranı, erkeklerde yüzde 71,6 iken kadınlarda yüzde 33,9 ile ortalamanın hayli altında kalıyor.

TÜİK tarafından açıklanan işsizlik rakamlarına bakıldığında, toplamda dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 13,3 iken geniş (gerçek) işsizlik oranı yüzde 20,1’e çıkıyor.

Kadınların işsizlik oranı erkeklerden daha yüksek. Dar tanımlı işsizlik oranı kadınlarda yüzde 16,6 iken, geniş (gerçek) işsizlik oranı yüzde 27’ye çıkıyor. Bu değer ortalama geniş tanımlı işsizlik oranının 7 puan üzerinde bulunuyor. Kadınlar bir yandan daha kötü çalışma koşulları altında çalışırken, erkeklere göre işsizlik riskiyle daha fazla karşı karşıyalar. Nitekim sanayi, inşaat ve hizmet sektörlerinde işsizliği tanımlayan tarım dışı işsizlik oranı erkeklerde yüzde 13,1 iken kadınlarda yüzde 20,6’ya çıkıyor.

Genç nüfusta işsizlik oranı ise en yüksek değer olan yüzde 24,5’e çıkarken bu yaş grubundaki kadınlarda işsizlik oranı yüzde 30,9 değerine yükseliyor. Neredeyse üç genç kadından birinin işsiz olduğu görülüyor.

Kadınlar işgücüne neden katılmıyor?

Nüfusun önemli bir bölümü çeşitli nedenlerle işgücüne katılamıyor. Kadın ve erkekler için işgücüne katılmama nedenleri arasında önemli farklar görülüyor.

TÜİK Kasım 2019 verilerine göre işgücüne dâhil olmayan erkek nüfusu 8 milyon 670 bin iken, kadınlarda bu nüfus 20 milyon 691 bin. TÜİK Kasım 2019 verilerine göre kadınların işgücüne dâhil olmama nedenleri arasında ev işleri, emeklilik, iş aramama gibi nedenler yer alıyor.

Kadınların 11 milyon 700 bini ev işleri ile meşgul olduğu için işgücüne katılım sağlamıyor. Ülkemizde ev işleriyle meşgul olduğu için işgücü içerisinde yer almayan kadın nüfusunun büyüklüğü birçok dünya ülkesinin nüfusundan daha fazla.

Aynı verilerde, mevsimlik işçi olmaları nedeniyle 52 bin, eğitim öğretim nedeniyle 2 milyon 379 bin, emekli olmaları nedeniyle 1 milyon 273 bin, çalışamaz durumda bulunmaları nedeniyle 2 milyon 597 bin kadının işgücüne katılamadığı belirtiliyor.

Ayrıca iş aramayıp çalışmaya hazır olan kadınlardan 297 bininin iş bulma ümidi olmadığı için iş aramadığı görülüyor. Bunun yanında ev kadını olma, öğrencilik, irad sahibi olma, emeklilik ve çalışamaz halde olma gibi nedenlerle iş aramayıp işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kadınların sayısının da 1 milyon 40 bin olduğu belirtiliyor. Bu kadınlar dar anlamda işsizler arasında ifade edilmiyor.

Eğitim durumu ve cinsiyete göre istihdam ve işsizlik

Eğitim durumu ve cinsiyete göre istihdam verileri incelendiğinde, eğitim durumu ne olursa olsun kadınların istihdamının çok daha düşük olduğunu ve okuryazar olmayan erkeklerin yüzde 26,3’ünün istihdam edilirken, lise mezunu olan kadınların ancak yüzde 23,5’inin istihdam edildiği görülüyor. Kaldı ki, kadınların yükseköğrenim mezunu olmaları durumunda dahi kadın ve erkek istihdamında ciddi bir fark var. Yükseköğrenimli kadınların sadece yüzde 57,7’si istihdam edilirken, erkeklerin yüzde 78,2’si istihdam ediliyor.

Eğitim kademelerine göre işsizlik

Kadınların yüzde 67’si ücretli veya yevmiyeli, yüzde 1,6’sı işveren, yüzde 8,6’sı kendi hesabına çalışıyor; yüzde 22’si ise ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. Ülkemizde ücretsiz aile işçilerinin yüzde 71’i kadınlardan oluşuyor. Ücretsiz aile işçisi kadınların büyük çoğunluğu tarımda çalışıyor. Kadınların işsizliği, eğitim durumuna göre de erkeklerin işsizliğinden yüksek. Eğitimin alt kademelerinde işsizlik oranının daha düşük olduğu, eğitim kademesi yükseldikçe işsizliğin de arttığı görülüyor. Kadınlarda eğitim düzeyi yükseldikçe işsizlik neredeyse erkek işsizliğinin iki katına çıkıyor. Ülkemizde yükseköğrenim mezunu kadınlarda ise işsizlik oranı yüzde 18,2.

İstihdam edilenlerin işteki durumu

Kadınların yüzde 67’si ücretli veya yevmiyeli, yüzde 1,6’sı işveren, yüzde 8,6’sı kendi hesabına çalışıyor; yüzde 22’si ise ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor.

Ülkemizde ücretsiz aile işçilerinin yüzde 71’i kadınlardan oluşuyor. Ücretsiz aile işçisi kadınların büyük çoğunluğu tarımda çalışıyor.

Ücretlerde cinsiyet eşitsizliği

Ülkemizde eşit eğitim düzeyine sahip kadın ve erkeklerin yıllık gelirlerinde de çok büyük fark mevcut. Kadınlar, aynı eğitim düzeyindeki erkeklere göre daha düşük gelir elde ediyor. Farklı eğitim kademelerinde değişmekle birlikte, kadınların geliri erkeklerin gelirinin ortalama yüzde 60-70 düzeyine ancak ulaşıyor.

Okur-yazar olmayanların 2018 yılı yıllık ortalama geliri 12 bin 43 TL düzeyinde iken; erkeklerde bu rakam 13 bin 684 liraya yükseliyor, kadınlarda ise 10 bin 839 lira düzeyinde kalıyor. Okur-yazar olmayan erkekler, kadınlardan yüzde 21 dolayında fazla kazanıyor.

Yükseköğrenim mezunu kadınlar, erkeklerden yüzde 27 daha az kazanıyor.

Aynı mesleklerde de ücretler farklı

Kadın ve erkeklerin gelirleri meslek gruplarına göre de farklılık gösteriyor. Bir yönetici 2018 yılı yıllık ortalama 80 bin 975 lira gelire sahipken, bir erkek yönetici 82 bin 548 lira, kadın yönetici ise 72 bin 579 lira kazanıyor. Erkek yöneticinin yıllık ortalama geliri, kadın yöneticinin gelirinin 9 bin 972 lira üzerinde bulunuyor.

Kadınlar tüm meslek gruplarında erkeklerden daha az kazanıyor.

SGK kapsamındaki kadın işçiler

Kayıtlı çalışan 14,4 milyon işçinin yalnızca yüzde 31’i kadınlardan oluşuyor.

SGK kapsamında kadın işçilerin sayısı 4 milyon 435 bin 491. Kadın işçiler eğitim, sağlık, perakende ticaret, yiyecek içecek, bina ve çevre düzenleme ile giyim eşyaları imalatında diğer sektörlere oranla daha fazla sayıda çalışıyor.

ÇALIŞMA YAŞAMINDA KADINLAR

Ülkemizdeki istihdamın yaklaşık üçte birini oluşturan kadın işçiler, çalışma yaşamının daha güvencesiz, kayıt dışı ve düşük ücretli kesimi olmayı sürdürüyor. Kadın işçilerin istihdam edildiği sektörlerin başında hizmet sektörü gelirken, bunu en güvencesiz sektörlerden biri olan tarım takip ediyor. Bunun yanında imalat sanayi içinde kadınların yoğun olarak çalıştığı sektörler arasında da tekstil ve hazır giyim kayıt dışı çalışmanın ve kuralsızlığın yaygın olduğu sektörler olarak öne çıkıyor.

Kayıt dışılık ve artan işsizlik

Devletin resmi verilerine göre, kadın işçilerin yüzde 41,3’ü yani neredeyse yarısı kayıt dışı olarak çalışıyor. “Kayıt dışı” diye özetlenen durum aslında iki kelimeye sığdırılamayacak kadar büyük hak gasplarının olduğu bir çalışma ortamına işaret ediyor. Kayıt dışı çalışmak emekli olamamak, işten çıkınca herhangi bir tazminat alamamak, sağlık hizmetlerinden yararlanamamak demek. Daha da ötesi, kayıt dışı çalışan işçiler, yasal olarak “çalışmıyor” oldukları için, patron ücretini de ödemese, kapının önüne de koysa patrona yasal bir yaptırım uygulanması kayıtlı işçinin durumuna kıyasla çok daha zor oluyor. Kadın işçilerin yoğun olarak çalıştığı tarım sektörü, kayıtsız çalışmanın neredeyse kural haline geldiği sektörlerin başını çekiyor. Dolayısıyla kadın işçilerin önemli bir bölmesi için bu koşullarda, yani aslında hiçbir yasal kurala bağlı olmadan çalışmanın kendisi “normal” kabul ediliyor.

Bu tablo yalnızca tarımda ve kırsal kesimde değil, kentlerde de çok değişmiyor. Kadın istihdamında ilk sıralarda yer alan hizmet sektörü ve tekstil/hazır giyim sektörlerinde de benzer bir kuralsızlık öne çıkıyor. Nüfusun gittikçe artan bölmesinin kentlerde yaşaması, daha kentli bir işçi sınıfı anlamına gelmesine rağmen, kentlerdeki kadın istihdamı da yine güvencesiz, geçici, düşük ücretli işlerde yoğunlaşıyor. Açıklanan veriler, kentlerdeki genç kadın işsizliğinin hızla yükseldiğini gösterirken, üniversite mezunu pek çok genç kadın eğitimini aldığı alanda çalışma imkânı bulamadığı için vasıfsız işçi olarak, geçici işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bunun en yaygın örneklerinden birini ise mağazalardan ofislere her yerde görebileceğimiz ataması yapılmayan öğretmenler oluşturuyor. Kısacası, kadınların eğitim seviyesinin yükselmesi ve yıllar içinde daha vasıflı hale gelmeleri, işsizlik tehdidinin azalması anlamına gelmiyor.

Gericiliğin daha baskın olduğu bölgelerde ise toplumsal yaşamın dini kurallarla belirlenmesi, çalışma yaşamının kuralsızlığıyla birleştiğinde karşımıza 10-12 yaşında çalışmaya başlayan, “evlenince işi bırakacaklarını, çünkü kocalarının çalışmalarına izin vermeyeceğini” söyleyen, 19-20 yaşında çalışma yaşamından çekilip eve kapanan genç kadınlar çıkıyor. Kadınlara henüz kiminle evleneceği dahi belli değilken, o belirsiz koca adayının nelere “izin vermeyeceğinin” belli olduğu bir yaşam dayatılıyor. Kentlerde bu yoğunlukta bir kuralsızlık ağırlıkla tekstil sektöründe, merdiven altı atölyelerde karşımıza çıkıyor.

Ev işçiliği

Kadınların gün geçtikçe daha yaygın biçimde çalışmaya başladıkları alanlardan biri ise ev işçiliği. Gerek Türkiye’li gerekse göçmen kadınların çalıştığı bu alan güvencesiz ve kayıt dışı çalışmanın en yüksek olduğu, denetimsiz, kuralsız, acımasız ve risklere en açık çalışma biçimini oluşturuyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, dünyada en az 67 milyon ev işçisi bulunuyor ve bu sayı her geçen gün artıyor. Şoförlük, bahçıvanlık gibi işleri yapan erkek işçiler de bulunmasına karşın sektördeki işçilerin yüzde 80’ini kadınların oluşturduğu tahmin ediliyor. Evdeki çocuk, yaşlı veya hasta bireylerin bakımından ev temizliğine, yemek pişirme, ütü gibi ev işlerinden alışverişe, evle ilgili her türlü başlığı kapsayabilen ev işçiliği; çoğunlukla kayıt dışı olmasının yanında, gözden de uzak olduğu için çalışma koşulları tamamen patronun inisiyatifine kalıyor. Türkiyeli işçilerin çoğunlukla yatılı çalışmayı kabul etmemesi nedeniyle, bu alanda daha ziyade göçmen kadın işçiler tercih ediliyor. Söz konusu güvencesiz çalışma koşullarına bir de göçmen olmanın ve kimi zaman ülkede kaçak bulunmanın yarattığı riskler ekleniyor.

Ev işçileri çoğunlukla aşırı uzun, belirsiz çalışma saatleri ve düşük ücretlerle karşı karşıya kalmanın yanı sıra kötü davranışa, sözlü veya fiziksel tacize, cinsel istismara da maruz kalabiliyor. İş tanımının belirsizliği ve çalışma alanının aynı zamanda yaşam alanı oluşu, belirli sınırlar çizilmesini zorlaştırıyor ve ev işçilerinin her saat her işte çalıştırılabilmesine yol açıyor. Bunun yanında, özellikle göçmen işçilerin, pasaportlarına el konulması yoluyla zorla çalıştırılması da söz konusu olabiliyor. Yapılan yasal düzenlemeler, ev işçilerinin bir ay içinde 10 günden az çalışanlar ve 10 günden fazla çalışanlar olmak üzere iki ayrı şekilde sigorta bildirimlerinin yapılmasını olanaklı kılsa da, denetimin çok zor olduğu bu sektörde kayıtlı çalışmaya nadiren rastlanıyor.

İstihdamda esnekleşme

Kapitalist sistemin güncel ihtiyaçları çalışma yaşamında daha fazla esnekliği dayatıyor ve teknolojide yaşanan gelişmeler bunu kolaylaştırırken, işçi sınıfının örgütsüzlüğü bu süreçte sömürünün daha da katmerlenmesine yol açıyor. Esnek çalışma dayatmasından en fazla etkilenen kesim ise yine kadın işçiler oluyor. Patronun dilediği zaman, dilediği sürede, dilediği kadar işçi çalıştırması olarak özetlenebilecek esnek çalışma biçimleri kadın işçiler arasında hızla yaygınlaşıyor. Üstelik bu çalışma biçimleri kadınların lehine düzenlemeler olarak topluma sunuluyor.

KADIN İŞÇİLERİN ÇALIŞMA KOŞULLARI

Emekçi kadınlar, beyaz ya da mavi yakalı tüm işçi sınıfının iş yerlerinde maruz kaldığı sömürü koşullarının yanı sıra kadın işçi olmanın getirdiği ek zorluklarla da baş etmeye çalışıyor. Kadın işçiler, ödenmeyen ücretlerden fazla mesailere, fiziksel şiddete varan patron baskısından sağlıksız çalışma koşullarına kadar sömürünün bütün yüzleri ile karşı karşıya kalıyor.

İzmir’de çalışma koşullarına ve ödenmeyen ücretlere karşı direnişe geçen kadın tekstil işçilerinin deneyimleri, emekçilerin hangi koşullarda geçimlerini sağlamaya çalıştığının kanıtı niteliğinde. Tekstil sektöründe her iş yerinde geçerli olan fazla mesai zorlamaları sürüyor, bordrolarını bile alamayan işçiler hem çalışmıyormuş gibi gösteriliyor hem de fazla mesai yapmaya zorlanıyor. Patronlar, bu zorla çalıştırma sömürüsüne karşı çıkma olasılıkları az olduğu için atölyeleri kadın işçilerden oluşturmayı tercih ettikleri gerçeğini gizlemiyor.

Hemen her sektörde patronların iş görüşmelerinde kadınlara evlenip evlenmeyeceklerini, çocuk doğurup doğurmayacaklarını sorması ve buna göre karar vermesi neredeyse rutin bir uygulama halini aldı. Evlenmeyi düşünenlerin bir süre sonra koca baskısından dolayı işi bırakacakları, doğum yapmayı düşünenlerin ise hem “sağlık sorunlarıyla uğraşmamak için” hem de “doğum izni yüzünden işler aksayacak diye” işe alınmadığı birçok vaka bulunuyor. Güvencesiz ve ücret ödemeden çalıştırılan, zaten gelip geçici görülen kadın işçiler, doğum sancıları tuttuğunda bile hastaneye gönderilmiyor.

Hamileliğin işe alınmama veya işten çıkarmak için yasal bir gerekçe olamayacağı bir kenara, hamile ve emziren işçilere fazla mesai yaptırmak, hamile işçilerin sağlık kontrolleri için ücretli izin haklarını kullanmalarına izin vermemek tamamen hukuksuzdur. Ancak çalışma zorunluluğu ve bu zorunluluğu daha fazla sömürü için kullanan patron sınıfının yarattığı baskı nedeniyle yasal haklar kadın işçilerin çoğunluğunun gündeminde olamıyor.

İşyerinde kadına yönelik şiddet ve annelik

Kadın işçilerin maruz kaldığı bu çalışma koşullarına bir de toplumsal bir sorun olarak kadına yönelik şiddet ekleniyor. Sözlü tacizin ve zaman zaman cinsel tacizin, patron ve yargı tarafından “kötü niyet” bile sayılmaması, emekçi kadınları bu tür şiddetle baş başa bırakıyor. Tacizciyi meşru gören bu koşullarda çalışan kadının tacizi şikâyet etmesi, işten çıkarma bahanesi haline gelebiliyor. Kadın işçileri güçsüz ve güvencesiz gören patron sınıfı, kadınları daha fazla çalıştırabilmek ve baskı altına alabilmek için fiziksel şiddete başvurmaktan da çekinmiyor. İster nitelikli ister niteliksiz olsun tüm kadın işçiler, atölyelerde, tarlalarda, fabrikalarda, ofislerde, holdinglerde, diğer toplumsal alanların tümünde olduğu gibi, her gün sözlü ve fiziksel tacize uğruyor.

Bu kadar zor koşullar altında, bir yandan siyasi iktidarlar tarafından kutsanan annelik, diğer yandan patron sınıfı tarafından tanınmayan bir hak haline geliyor. Ücretsiz, yaygın kreşlerin artık söz konusu bile olmaması ve emziren kadınlar için işyerlerinde yasal zorunluluklara rağmen emzirme odalarının bulunmaması, kadın emekçilerin annelik haklarının ellerinden alınması anlamına geliyor. Hukuken zaten yeterli olmayan analık izni, analık izni sonrası yarım çalışma izni, süt izni gibi haklar yaygın bir şekilde patronların gaspına uğruyor.

Tüm bunlarla beraber işçi kadınlar, iş güvenliğinin ve güvencesinin hiçe sayıldığı kapitalizmde özel olarak bazı sağlık riskleriyle karşı karşıya kalıyor.

Kadınlarda meslek ile ilişkili hastalıklar

Kadın işçilerin daha çok kayıtsız, güvencesiz ve geçici işlerde çalıştırılıyor olmaları ve iş saatleri dışında evde iş yüklerinin devam etmesi nedeniyle, kadınlarda görülen mesleki hastalıkları tespit etmenin zorlukları bulunuyor. Yine de kadınların artan istihdamı ile birlikte çalıştıkları sektörler ve bu sektörlerde tercih edildikleri pozisyonlarla ilişkili olarak sağlık sorunlarında farklılıklar göze çarpıyor.

İtme-çekme ve ağırlık kaldırma güçleri daha az olan kadınlar, ergonomik olarak erkek işgücüne uygun tasarlanmış makineleri kullandıklarında ya da üretim bandında bulunduklarında kas iskelet hastalıkları erkek işçilere oranla daha fazla görülüyor. Bu hastalık grubunun kadın emek gücünün yoğun kullanıldığı hizmet sektöründe çalışan kadın işçilerde de sık görülüyor olmasının nedenini ise ayakta kalma süreleri ve masa/bilgisayar başında geçirilen uzun çalışma saatleri oluşturuyor.

Vücut ağırlıkları ve bununla ilişkili olarak vücuttaki sıvı miktarı daha az olan kadınların yüksek ısıya toleransları ve ısı stresine vücutlarının tepkileri de farklı oluyor. Bu nedenle yüksek ısıya maruziyetin fazla olduğu sektörlerde çalıştırılması daha az tercih edilen kadınlar, bu tür işlerde çalıştıklarında kardiyak hastalık riskleri artıyor.

Vücut yağ oranlarının daha fazla olması nedeniyle yağda çözünen maddelerle çalışmaları durumunda kadın işçilerin kronik Kadınlarda meslek ile ilişkili hastalıklar zehirlenmeler açısından titiz bir şekilde takip edilmeleri gerekiyor.

Özelikle lastik, kauçuk, gıda gibi kimyasalların yoğun kullanıldığı sektörlerde işçilerin periyodik muayenelerinde bunu göz önünde bulundurmak oldukça önemli.

İşyerindeki yüksek ısı gibi fiziksel etmenler ve boya, çözücü maddeler gibi kimyasal etkenler kadınların üreme sağlığını, doğurganlıklarını ve fetüsün gelişimini de etkileyebiliyor. Çalışan kadınların doğurganlık hızları daha düşük iken, erken doğum ve düşük risklerinin daha yüksek olduğu biliniyor. Bu etmenlerin yanında kadınların üreme sağlığında; işin yoğunluğu, ek mesailer ve çalışma huzuru da önemli rol oynuyor.

Tüm dünyada en sık görülen ikinci kanser türü olan meme kanserinin oluşumunda melatonin hormonunun az üretilmesinin etkili olduğu biliniyor. Gece vardiyasında çalışan kadınların bu hormonun üretilmesi için gerekli doğal karanlıktan yoksun kalmaları nedeniyle meme kanseri açısından yüksek risk altında olduklarına dikkat çekiliyor. Özellikle gece vardiya sisteminin olduğu sağlık, turizm gibi sektörlerde kadın emekçilerin vardiya sisteminin buna göre düzenlenmesi ve meslek hastalığı risklerinin bu açıdan da değerlendirilmesi gerekiyor.

Bu sektörel mesleki riskler yanında tüm sektörlerde kadınların işyerinde mobbing ve tacize maruz kalma oranları erkek işçilerden çok daha yüksek. Kadınların böylesi bir duruma karşı çıkma olasılığı işsiz kalma korkusu ile azalıyor. Bu durum, örgütsüzlüğün ve dayanışamamanın neden olduğu stres ile birleşince kaygı bozuklukları, yüksek tansiyon ve kalp damar hastalıklarının ortaya çıkmasında etkili oluyor.

Türkiye’de meslek hastalıkları ve iş kazalarını kayıt altına almaktaki zorluklara, kayıtsız ve evden çalışmanın getirdiği riskler ekleniyor. Evin bir çalışma mekânı halini alması ile patronlar güvenli iş yeri koşulları sağlamaktan muaf olurken, kaza ve mesleki hastalıkların tüm sorumluluğu kayıt dışı ve evden çalışmak zorunda kalan emekçi kadınlara yükleniyor.

KADIN EMEĞİNE AÇIKTAN SALDIRI: TACİZ, MOBBİNG VE AYRIMCILIK

Kadın işçilerin çalışma hayatında maruz bırakıldığı ayrımcılık ve taciz vakaları, sınıflı toplumlarda varlığını sürdüren emek sömürüsünün yeniden üretimi olarak sık sık karşımıza çıkıyor. İşyerinde, işe başvuru ve mülakat aşamasında, işten ayrılma/ çıkarılma sürecinde daima karşımıza çıkan bu uygulamalar, kadını çalışma hayatından soyutlamak, ücretsiz ev emekçiliğine mahkûm etmek, çalışacaksa da esnek ve güvencesiz işlerde düşük ücretlerle çalışmayı kabullendirmek için kullanılan bezdirme yöntemlerinin başında geliyor. Ayrımcılık, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve taraf olunan uluslararası sözleşmeler tarafından her ne kadar yasaklansa da sınıflı toplumun emek piyasasında sömürü yasası üzerinden her gün yeniden varlık kazanmaya devam ediyor. Kadın emeği bu noktada yoğun bir şekilde ayrımcılık, şiddet, psikolojik ve cinsel taciz gibi saldırılarla karşı karşıya kalıyor.

Yapılan saha araştırmaları bu ayrımcılığı doğruluyor. 2018 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre kadın işçilerin yüzde 13,7’si işyerinde cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğruyor. Bu kadınların yüzde 7,4’ü yaşı, yüzde 7,1’i medeni durumu, yüzde 4,2’si çocuk sahibi olma durumu üzerinden ayrımcılığa maruz kalıyor. Bunun yanında kadın işçilerin yüzde 23,2’si işe alım sürecinde ayrımcılığa uğrarken, yüzde 12,6’sı aynı iş ve pozisyonlar için ücret bazında, yüzde 11,4’ü terfi etmede, yüzde 11’i ise yöneticilerin kadın işçilerin görüşünü alması konusunda ayrımcılığa uğradığını belirtiyor.

İşe alım mülakatlarında erkek işçiler için yaygın bir kriter olarak kullanılmayan medeni hal ve çocuk sahibi olma durumu, ev ve çocuk bakımı kadının rolü olarak benimsendiği için kadın işçilerin karşısına temel bir sorun olarak çıkıyor. Günlük hayatın toplumsal ve kolektif biçimde örgütlenmesini değil, atomize edilerek bireyselleştirilmesini teşvik eden kapitalizm haliyle kamucu politikalar yerine piyasacı ve özelleştirmeci politikaları tercih ediyor. Bunun sonucu olarak ev işi ve çocuk/yaşlı bakımının kadının görevi olarak kabul görüyor. Bu toplumsal tasarımdan kadın işçinin payına düşen işe girerken hamile kalmayacağına söz vermeye zorlanma, evlenince fazla mesai yapamaz gözüyle bakılıp işten çıkarılma, sadece evde değil işyerinde de çay yapma, temizlik yapma, getir-götür işi yapma gibi uygulamalarla daha fazla ayrımcılık oluyor.

Çalışma hayatında farklı sektörlerde, farklı pozisyonlarda yer alan birçok kadının yaşadığı ayrımcı uygulamalar yürürlükteki mevzuat tarafından yasaklanmış ve yaptırıma tabi tutulsa da çoğu vaka ya adli mercilere yansımıyor, örtbas ediliyor ya da yasal takip altına alınsa bile cezasız bırakılıyor. 4857 Sayılı İş Kanunu’nun Eşit Davranma İlkesine göre iş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz. Yine Anayasa ve uluslararası sözleşmelere göre dil, din, ırk, sınıf, cinsiyet, siyasi görüş sebebiyle kimse ayrımcılığa maruz bırakılamaz. Ancak işyerlerinde yaşanan pratik, bu yasal düzenlemelerin aksine kadın işçilerin ayrımcılığa uğradığını, bu nedenle çalışma hayatının dışına itildiğini gösteriyor. 2017 yılı TÜİK İşgücü İstatistikleri kadın işçilerin iş yaşamındaki erkeklere göre sayıca daha az olmasının nedenleri olarak sıralanan maddeler bu tespitimizi doğruluyor. Bu rapora göre kadınların çalışma hayatından çekilme kararlarında aşağıdaki nedenler etkili oluyor:

– Evlilik, çocuk sahibi olma (yüzde 70)

– Çalışma saatleri (yüzde 40)

– Annelik ve evlilik konularının kurumlar gözünde bir engel olarak görülmesi (yüzde 75)

– İşe alım sürecinde cinsiyet ayrımcılığı (yüzde 36)

– Aile/çocuk bakımına yönelik destekleyici hizmetlerin yeterince sağlanamaması (yüzde 78)

“Kadın işi” algısı ve cinsiyet belirlenimli istihdam

Hemşire, anaokulu öğretmeni, sekreter, ücretli ev emekçisi, bebek bakıcısı… Örnekler çoğaltılabilir, ancak bu meslekler anıldığında gözümüzde canlanan tek imajın kadın işçi olması bile kadına yüklenen rollerin ve kadının toplumdaki yerinin çarpıcı bir yansıması olarak gösterilebilir. Tüm bu sıralananlar, toplumsal ilişkilerin üretim ilişkileri ekseninde şekillendiğinin ve kapitalizmin sömürü ilişkilerini evde, okulda ve işyerlerinde nasıl benzer biçimde dayattığının çarpıcı bir örneği. Kapitalizmin gelişimi ve üretim hacminin buna bağlı şekilde artmasını takiben burjuvazinin işgücü talebi artmış, o zamana kadar evde ve tarlada çoğunlukla ücretsiz ve görünmez biçimde varlığını sürdüren kadın emek gücü ucuz işgücü olarak başta tekstil gibi işkolları olmak üzere çeşitli sektörlerde kurulan fabrika ve atölyelerde yerini almaya başlamıştı. 19. yüzyıldan bugüne üretim ve istihdam politikalarında birçok değişim yaşandı, fakat değişmeyen şeylerden biri kadın işçilerin belli sektörlerde yoğunlaşması, bakım, hizmet veya teknik beceri gerektirmeyen iş kollarında daha yoğun tercih edilmesi ve karar alma mekanizmalarından uzak tutulması oldu. Bu bağlamda yapılan araştırmalardan edinilen verilere göre Türkiye’de kadınlar en çok hizmetler sektöründe yer alıyor.

– Kadınların yüzde 32,6’sı ve erkeklerin ise yüzde 25,4’ü hizmet ve satış elemanı olarak çalışıyor.

– Kadınların yüzde 15,4’ü ve erkeklerin oranı yüzde 5’i büro hizmetlerinde çalışıyor.

– Kadınların yüzde 3,8’i ve erkeklerin yüzde 5,6’sı yardımcı profesyonel meslek gruplarında çalışıyor.

– Kadınların yüzde 11,3’ü ve erkeklerin yüzde 29,4’ü zanaatkârlık ile ilgili işlerde çalışıyor.

Bunlar yanında tarımda kadın istihdamı azalırken, sanayide sınırlı bir istihdam artışı gerçekleşiyor.

Konuyla ilgili bir diğer önemli veri ise yükseköğretim alanında ortaya çıkıyor. Yükseköğretim Kurumu (YÖK) tarafından 2018 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre akademi emekçileri arasındaki görev dağılımı şu şekilde:

Tablodan da anlaşılacağı üzere kadın akademisyenler araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi düzeyinde erkeklerle hemen hemen aynı sayıya sahipken, unvanlar yükseldikçe sayıları azalıyor. Kadın akademisyenlerin sayıca en az olduğu kadro yüzde 31,2 oranla profesör kadrosu. Profesör ve doçent ünvanlı akademisyenlerin çok büyük kısmı erkeklerden oluşuyor. Akademide görülen bu eğilim eğitim, sağlık, hukuk, teknik meslekler gibi birçok işkoluna uyarlanabilir. Kadınlar cinsiyet belirlenimli istihdam politikalarından payına düşeni almakta, kendilerinden evde beklenen bakım, hizmet, karar mekanizmasının dışında kalma gibi cinsiyet rollerini çalışma hayatında da yaşamaya zorlanmaktadır. Tekil örneklerin bu tablonun ötesine geçmesi veya geçebiliyor olması kadın emeğine yönelik bu tutumu değiştirmiyor. Kadınların çalışma hayatı dâhil hayatın her alanında etkin hale gelmesi ancak sömürü ve eşitsizliği her gün, her yerde başka formlarla üreten kapitalist üretim ilişkilerinin tasfiye edilmesiyle mümkün.

Kadın işçilere yönelik şiddet ve taciz 

Emekçilerin işyerinde uğradığı “mobbing”, psikolojik, fiziksel veya cinsel taciz işçi sınıfı mücadelesinin önemli başlıklarından biri olmaya devam ediyor. İş Kanunu, Borçlar Kanunu ve Ceza Kanunu’nun çeşitli maddelerinde yasaklanmış ve yaptırıma bağlanmış olan taciz yasal düzenlemelere rağmen artarak sürüyor. Tacize ve mobbing’e uğrayan işçilerin işsiz kalma korkusuyla bu durumu dile getirememeleri, üstlerindeki patron baskısı ve zorunlu arabuluculuk gibi yöntemlerle işçinin hak arama hürriyetinin kısıtlanmış olması taciz ve mobbing vakalarının cezasız kalmasının başlıca sebepleri arasında yer alıyor. Örgütsüz, sendikasız, kuralsız işyerlerinde kadın işçilere yönelik taciz, şiddet ve mobbing gün geçtikçe artıyor. Tüm yasal mevzuata rağmen pek çok iş kolunda, kadın işçilerin, göçmen kadın işçilerin ve çocuk işçilerin taciz ve şiddete daha fazla maruz kaldığı ve buna karşı koyamadıkları gerçeği ortada duruyor.

– Fiziksel, psikolojik ve cinsel taciz kadın işçileri çalışma hayatının dışına iten en önemli sebeplerden biri olarak varlığını sürdürüyor.

– Çalışma yaşamında kadınlara yönelik şiddet ve taciz, ciddi bir hak ihlali olmanın yanı sıra fırsat eşitliğinin ve kadınların saygın ve insana yakışır işlere erişiminin önünde ciddi bir engel oluşturuyor (ILO, 2019).

– Taciz ve şiddet, kadın çalışanların sağlığı, esenliği ve işgücüne katılımı üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip bulunuyor.

Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada kadın işçiler şiddet ve tacizle karşı karşıya kalıyor. İngiltere’de 5,8 milyon işçiyi temsil eden sendika konfederasyonu TUC (Trade Union Congress)’un 2016 İşyerinde Cinsel Taciz raporunda, İngiltere genelinde 1500 kadın çalışanla yapılan görüşmeler sonucu kadın çalışanların yarısından fazlasının işyerlerinde cinsel tacize maruz kaldığını belirtiliyor. Yine aynı araştırmada tacize maruz kalan her 5 kadın işçiden 4’ünün işsiz kalma korkusuyla bu durumu gizlediği bildiriliyor. ILO’nun 2019 raporunda ise, kadınların daha çok çalıştığı mesleklerde (mağaza görevlileri, bar ve restoran çalışanları, öğretmenler, hemşireler ve sosyal bakım çalışanları vb.) şiddet ve tacize maruz kalma ihtimalinin ciddi ölçüde daha yüksek olduğu belirtiliyor. Taciz, şiddet ve ayrımcılık kıskacında kadın emekçilerin sömürüsü katlanarak artıyor.

Tacizci müşteri, ayrımcı patron, mobbing uygulayan amir… Hepsi cesaretlerini kapitalist sömürü düzeninin şekillendirdiği iktidar ilişkilerinden alıyor. Bunun için emekçi kadınların ayrımcılığa, şiddete ve tacize karşı mücadelelerini işçi sınıfının sömürüye karşı mücadelesiyle birleştirmesi; ayrımcılık, şiddet ve tacizi kaynaklarıyla birlikte yok etmesi gerekiyor.

TKP Gönüllüsü Ol TKP Gönüllüsü Ol TKP Gönüllüsü Ol

Türkiye Komünist Partisi

Genel Merkez İletişim:
Kızılırmak Caddesi 13/4 Ankara
Tel: 0312 417 29 68
Fax: 0312 417 25 34
eposta: iletisim@tkp.org.tr

Temel Metinler

  • Parti Programı
  • Toplumcu Anayasa

Yitirdiklerimiz

Yayınlar

  • TKP Youtube Kanalı
  • Boyun Eğme
  • TKP’nin Sesi
  • Gelenek
  • soL Haber
  • soLTV

Bağlantılar

  • Nâzım Hikmet Kültür Merkezi
  • Yazılama Yayınevi
  • Jose Marti Küba Dostluk Derneği
  • Bilim ve Aydınlanma Akademisi
  • İletişim

Türkiye Komünist Partisi

Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
  • Anasayfa
  • Parti
    • TKP Hakkında
    • Temel Metinler
      • Program
      • Toplumcu Anayasa
      • Kongre Konferans Metinleri
    • TKP Yönetimi
  • Gündem
    • Açıklamalar
    • Haberler
    • Takvim
    • Foto Galeri
  • Yayınlar
  • Örgütler
  • İletişim
  • Bağış Yap Destek Ol
  • Gönüllü Ol
  • tr Türkçe
  • en English

Türkiye Komünist Partisi