İŞÇİLER TÜRK-İŞ’İN İMZALADIĞI ÇERÇEVE SÖZLEŞMEYLE NELER KAYBETTİ?
Kamuda çalışan yaklaşık 200 bin işçiyi kapsayan 2019 yılı Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü geçtiğimiz hafta Türk-İş ile Hükümet arasında imzalandı. Sözleşme kamuoyunda, içerdiği maddelerden çok Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a mikrofon açıkken söylediği “uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle” sözleriyle tartışıldı.
Emek Merkezi bu raporla, bu tartışmalı çerçeve protokolü hem hükümleri bağlamında ele alıyor hem de kamu işçileri için özgür toplu sözleşme düzeninin sonu olarak nitelendirilebilecek “bağlayıcılık” ilkesini tartışıyor.
***
Hükümet ile Türk-İş, 1993 yılından bu yana, kamu kesiminde çalışan işçilere ilişkin olarak bir çerçeve anlaşma protokolü imzalıyor. 1990’lı yılların başlarında, Türk-İş hükümetle yaptığı görüşmeleri kamuda yetkili sendikalara üye yaklaşık 800 bin işçi adına yürütüyordu. Özelleştirmeler yoluyla birçok kamu işletmesinin ya özel sektöre devredilmesi ya da tasfiye edilmesi sonucu kamuda çalışan işçi sayısı yıllar içinde radikal biçimde azaldı. Bugün kamu kesimi çerçeve sözleşmesinin kapsamındaki işçi sayısı 200 bine kadar düştü.
İMZALANAN SÖZLEŞME İŞÇİLERE NE KAYBETTİRDİ?
1- ÖNCEKİLERDEN FARKLI OLARAK ÇERÇEVE SÖZLEŞME SENDİKALAR İÇİN BAĞLAYICIDIR
Konfederasyonun hükümetle imzaladığı çerçeve protokoller, işkollarında üye sendikaların daha sonra işyerleri için imzalayacağı toplu iş sözleşmeleri için yol gösteren, çerçeve sunan anlaşmalardı. 12 Ağustos günü imzalanan çerçeve anlaşma protokolünün neredeyse çeyrek yüzyıldır yapılan diğerlerinden en önemli farkı bağlayıcı olmasıdır. Yani konfederasyonun imzaladığı bu çerçeve protokol sendikaları bağlıyor, sendikalar kendi işkollarında yapacakları toplu iş sözleşmelerinde, çerçeve sözleşmede belirlenenlerin üzerinde hak talep edemiyor.
Bu düzenleme 24 Aralık 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 696 sayılı KHK’nın 112. maddesinde yapılan düzenlemeyle gerçekleşti. Düzenleme 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na Ek 2. madde olarak eklendi ve 01.02.2018 tarihli 7079 sayılı Kanun ile kalıcı hale getirildi.
Düzenlemeye göre hükümet, kamu işveren sendikaları ve işçi sendikaları arasında, kamu kurum ve kuruluşlarında, il özel idarelerinde, belediyelerde ve belediye şirketlerinde çalışan işçilerin mali ve sosyal haklarını belirlemek üzere imzalanan kamu toplu iş sözleşmeleri çerçeve anlaşma protokolü hükümleri, geçerlilik süresi içinde, işyerleri ve taraf konfederasyona üye sendikalar için BAĞLAYICIDIR.
Bugüne kadar konfederasyonun imzaladığı çerçeve protokolünden memnun olmayan bir sendika, gücüne ve örgütlülüğüne güveniyorsa protokolde yer alan hakların üzerinde haklar için pazarlık yapabiliyor, uyuşmazlık tutabiliyor ve sonrasında yasal greve gidebiliyordu. Şimdi ise konfederasyonun imzaladığı çerçeve anlaşma protokolünün “bağlayıcı” niteliği işkollarında sendikaların uyuşmazlık tutmasını engelliyor ve grev hakkını fiilen ortadan kaldırıyor.
Buna sadece Türk-İş değil, bağlı sendikalar da yasa düzenlemesi sırasında ses çıkarmadılar.
2- ÇERÇEVE PROTOKOL KAMU İŞÇİSİNE KRİZ FATURASIDIR
Toplu sözleşmelerde, işçilerin özellikle birinci altı ayda ücretini iyileştirmesi, diğer altışar aylarda da en azından enflasyon üzeri refah payı alması beklenir, bu hedeflenir. Tersi durumda zaten toplu sözleşmeye gerek kalmaz, bir kararname ile ücretler enflasyona sabitlenir.
Özellikle yüksek enflasyon koşullarında bu daha önemli hale gelir. Türk-İş’in imzaladığı çerçeve protokoldeki ücret artışları neredeyse enflasyona endekslidir. Üstelik TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarının ücretli çalışanların harcama kalemlerindeki fiyat artışlarını yansıtıp yansıtmadığı tartışma konusu olmaya devam etmektedir.
İmzalanan protokolün, işçileri enflasyon karşısında ezdirmemek yerine işçilerin yaşam koşullarını düzeltmek amacı gütmesi gerekiyordu ki işçiler için sendikalı olmak bir anlam taşısın.
Ergün Atalay’ın sözleri bu konuda Türk-İş’in bakış açısını çok iyi anlatıyor. Mikrofon açıkken yaptığı gaf nedeniyle aldığı tepkilere yönelik verdiği demeçte Atalay daha da büyük gaflara imza atıyor ve ülkenin ciddi bir ekonomik kriz içinde olduğunu belirtmesinin ardından, “toplu sözleşme görüşmeleri en az hasarla atlatılmıştır” ifadelerini kullanıyor. Katıldığı bir başka televizyon programındaysa çerçeve protokolde yüzde 8’e imza atmanın tüm sendika başkanlarının ortak görüşü olduğunu belirtiyor ve Cumhurbaşkanı ile görüşerek sözleşmeyi nasıl imzaladıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Cumhurbaşkanına geleceğimiz noktayı, 8’i söyledik, sonra dedik ‘150 lira para istiyoruz’. O da dedi ‘tamam’, bakana talimat verdi, gittik, anlaştık, imzaladık”.
Toplu sözleşme dönemini, yeni kazanımlar sağlayan bir dönem olarak değerlendirmek yerine, hasarsız atlatılması umulan bir dönem olarak ele alan; sözleşmeyi Cumhurbaşkanıyla temaslarla çözen bir sendikal anlayışın kriz döneminde zaten başka bir anlaşmaya imza atması beklenemezdi.
Çerçeve protokol kamu işçisine kriz faturası olmuştur.
3- ÇERÇEVE PROTOKOL ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM ÖZEL SEKTÖRDE BAŞLAYACAK TOPLU SÖZLEŞMELER İÇİN EMSAL TEŞKİL EDİYOR.
İmzalanan çerçeve protokol, kapsadığı 200 bin kamu işçisinin dışında çok daha geniş bir işçi kitlesini olumsuz etkileyecektir. Çünkü protokol önümüzdeki dönem özel sektörde yapılacak birçok toplu iş sözleşmesi için emsal teşkil edecektir.
Hatırlanacaktır, kamu çerçeve protokolünü önceleyen biçimde TÜPRAŞ’ta Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağıtlanan toplu sözleşme ilk altı ay için yüzde 6 ücret artışı içermekteydi. TÜPRAŞ sözleşmesi ile Hükümet ve Koç grubu şahsında sermaye sınıfı toplu sözleşmelerdeki yol haritasına ilişkin sinyali vermiştir. Halihazırda yürüyen ve hükümetin verdiği ciddiye alınamayacak düşük tekliflerle gündeme gelen kamu emekçisi ve emeklilerinin 5. dönem toplu sözleşme görüşmelerine de Türk-İş’in çerçeve anlaşması emsal teşkil edecektir.
Öte yandan tekstil grup sözleşmeleri sessiz sedasız devam etmektedir. Çerçeve protokolde imzası bulunan Türk-İş yönetim kurulu üyesi Nazmi Irgat, Teksif genel başkanıdır.
Ardından 1 Eylül yürürlüklü, 100 binin üzerinde işçiyi kapsayan metal grup toplu sözleşme süreci başlayacaktır. Pevrul Kavlak, Türk-İş Genel Sekreteri olmasının yanı sıra metal grup sözleşmesinin yetkili sendikalarından Türk Metal’in genel başkanlığı görevini yürütmektedir. Kamu çerçeve sözleşmesi, sonrasında yapılacak tüm sözleşmeleri baskı altına almıştır.
4- TAŞERON İŞÇİLERİ SÖZLEŞMEDEN YARARLANAMADI
Kamuda çalışan taşeron işçilerinin önemli bölümü, 696 sayılı KHK ile 2 Nisan 2018 tarihinde kadroya geçirildi ancak bu durum onların kamu işçilerinin koşullarına sahip olması anlamına gelmedi. Kadroya geçen taşeron işçilerinin çalışma koşulları Yüksek Hakem Kurulu’nun taşeron işçilerine ilişkin sonuçlandırdığı, süresi en geç sona erecek toplu iş sözleşmesine göre belirlendi. Buna göre, kadroya alınan taşeron işçileri belediyelerde 30 Haziran 2020, diğer kamu kurumlarında 31 Ekim 2020 tarihine kadar enflasyon farkı olmaksızın sadece yüzde 4 oranında ücret artışı alacaklar.
Kamu toplu sözleşme görüşmeleri esnasında Türk-İş kadroya geçirilen işçilerin de yeni sözleşmenin kapsamına alınmasını talep etti ancak bu işçiler ne sözleşme kapsamına alındı, ne de enflasyon farkı almaları sağlanabildi. Dolayısıyla kamu kurumlarında ve belediyelerde çalışan yüzbinlerce işçi yine arafta bırakıldı. 2020 yılında sözleşmenin nasıl yapılacağı, çalışma koşulları ve ücretler anlamında aralarında çok büyük farkların bulunduğu kamu işçileriyle sonraki dönemlerde aynı kamu çerçeve anlaşma protokolünün parçası olup olmayacakları gibi sorular yine yanıtsız kaldı.
***
ÇERÇEVE ANLAŞMA PROTOKOLÜN İÇERİĞİ
Türk-İş ile hükümet arasında imzalanan çerçeve protokol ile Türk-İş’in teklifi karşılaştırıldığında arada ciddi bir uçurum olduğu görülmektedir.
Kamu toplu sözleşmeleri 1 Ocak ve 1 Mart yürürlüklü olarak imzalanıyor ve bilindiği gibi, bir önceki çerçeve protokolden kaynaklı olarak, kamu işçilerinin önceki dönem toplu iş sözleşmesinin son günü ücretlerine, son altı ayın enflasyon farkı, yeni toplu sözleşmenin yürürlük tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ekleniyor. Yeni dönem zamları ise bu düzeltmenin ardından hesaplanıyor. 2019 yılı Haziran ayı Tüketici Fiyat Endeksi’nin 2018 Aralık Ayı Tüketici Fiyat endeksine bölünmesiyle yılın ilk altı ayı için enflasyon hesabı yapıldığında, altı aylık enflasyonun yüzde 5,01 olduğu görülmektedir. İmzalanan çerçeve protokol, 1 Ocak 2019 yürürlük tarihli sözleşmeler için ilk altı aylık dönemde “resmi” enflasyonun sadece 3 puan üzerindedir. Aylık brüt çıplak ücreti 3.500 TL ve üzeri olan kamu işçilerine yüzde 15’lik gelir vergisi dilimine göre sağlanan artış net 200 TL ile 275 TL arasında kalmıştır.
Aşağıdaki tablo, Türk-İş’in teklifi ile imzalanan çerçeve anlaşmayı karşılaştırmalı olarak ele almaktadır.
Ücrete dair hükümlerin değerlendirilmesi
Çeşitli ücret seviyelerindeki maktu artışlar hem Türk-İş’in teklifine hem de imzaladığı sözleşmeye göre aşağıdaki tabloda hesaplanmıştır. Bu karşılaştırma için 3.200, 3.500, 4.000, 4.500 ve 4.800 TL düzeyindeki brüt ücretler baz alınmıştır.
Tablodan da görülebileceği gibi, örneğin aylık brüt 3.200 TL ücret alan bir kamu işçisine, Türk-İş’in ilk teklifiyle 1.170 TL ücret artışı yani yüzde 36,56’lık bir zam öngörülüyordu. Bu artış, sosyal ödemeler ve 1.500 TL’lik ek ödeme dahil edilmeden hesaplanmıştır. Türk-İş’in bu teklifin ardından imzaladığı sözleşmeye göre ise aynı işçi, iyileştirmeyle birlikte 418 TL ücret artışı, yani yüzde 13,06 oranında zam alabilmiştir.
Konfederasyonun teklifi, aylık brüt 3.500 TL düzeyinde ücret alan bir işçi için 870 TL artış öngörmekteydi ve bu artış yüzde 24,86 oranında zamma denk gelmektedir. İmzalanan sözleşmeyle, aynı işçi 280 TL ücret artışı yani yüzde 8 almaktadır. Başka bir deyişle Türk-İş, 3.500 TL düzeyinde ücret alan işçilere 870 TL ücret artışı teklif etmiş ancak 280 TL ücret artışıyla bu sözleşmeyi “kapatmıştır”.
Baz alınan diğer ücret seviyelerindeki benzer durum da yukarıdaki tabloda yer almaktadır.
Teklifle anlaşma arasındaki önemli farklardan biri de refah payı olmuştur. Türk-İş’in enflasyon artı yüzde 3 refah payı teklifinin yerine imzalanan metinde ikinci altı ay için yüzde 4, üçüncü ve dördüncü altı aylık dilimler için ise yüzde 3 ücret artışı tanımlanmış, enflasyonun bunun üzerinde çıkması durumunda enflasyon farkı alınacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla kriz döneminde sözleşme ücret artışı sağlamak yerine yalnızca ücretleri enflasyon karşısında korumaya odaklanmış, işçiler TÜİK’in tartışmalı enflasyon rakamlarına mahkûm edilmiştir.
Anlaşmadaki ücret artışları gelir vergisi dilimlerinden kaynaklı kaybı bile telafi etmemektedir.
Türk-İş’in önemli taleplerinden biri de ek ödeme idi. Bilindiği gibi gelir vergisi dilimleri, kümülatif gelir vergisi matrahına göre belirlenmekte ve işçilerden kesilen gelir vergisi yıl içerisinde kademeli olarak artmaktadır. Dolayısıyla işçilerin Ocak ayında aldıkları ücret, Aralık ayına kadar kademeli olarak düşmektedir. Türk-İş’in ek ödeme talebi, bunu telafi edebilmeye yönelikti ve teklifte yıllık brüt 1.500 TL olarak yer aldı. Ancak anlaşma metnine girmedi.
Gelir vergisi kesintilerinin ücreti nasıl etkilediği, Ocak yürürlüklü toplu sözleşme öncesi 4.000 TL alan bir işçinin 2019 yılı içindeki gelir vergisi oranlarını gösteren aşağıdaki tablodan takip edilebilir. 4.000 TL’nin üzerine birinci altı ay zammı yüzde 8 ve Temmuz ayından itibaren ikinci altı ay zammı yüzde 4 olarak uygulanmıştır.
Tablodan görüldüğü üzere, örnek işçinin Aralık ayında eline geçecek olan aylık ücret, ilk ve ikinci altı aylık ücret artışlarını almış olmasına rağmen Ocak ayında aldığı ücretin 334,73 lira altındadır.
***
SONUÇ:
Türk-İş’in imzaladığı 2019 yılı Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü ile
1- Yüksek hayat pahalılığıyla boğuşan kamu işçileri düşük ücret artışlarına mahkûm edildi.
2- Kadroya geçirilen taşeron işçilerine bu bile çok görüldü. Onlar sözleşmenin kapsamı dışında bırakıldı.
3- Kamu işçilerinin işletme düzeyinde toplu pazarlık hakkı ortadan kaldırıldı.
4- Kamu işletmelerinde olası grevler baştan yasaklandı.
5- Halen devam eden ya da önümüzdeki dönem başlayacak olan özel sektör toplu iş sözleşmeleri baskı altına alındı.
6- Türk-İş bu çerçeve sözleşmeyi imzalamak zorunda değildi. Bu durumda işkolları için bağlayıcı bir anlaşma olmaz, sendikalar kendi pazarlık haklarıyla ve grev silahıyla masaya oturabilirdi.
TKP Emek Merkezi
Ağustos 2019