Ülke siyaseti Sarraf gündemiyle çalkalanıyor. Madalyonun bir yüzünde kendi çıkarları için ambargo politikalarının kıyısından köşesinden dolanmaya çalışan para babaları dururken, diğer tarafında buna aracılık eden bürokratlar ve tabii ki finans tekelleri bulunuyor.
Türkiye’de ağır bir ekonomik krizin yaşadığı bugünlerde bankacılık sektöründe sular durulmuyor. Ekonominin çöktüğü, ücretlerin düştüğü, işsizliğin çift hanelere tırmandığı bir dönemde bankalar “istikrarlarını” ve kârlarını korumak adına ekonomik yavaşlamanın ve olası bir finansal krizin tüm yükünü emekçilerin sırtına yüklemeye çalışıyor.
Toplu işçi kıyımına hazırlanan DenizBank, şubelerindeki emek düşmanı uygulamaları bir devrimmiş gibi pazarlayan Garanti Bankası, yedek işçi ordusunu hiç çekinmeden bir tehdit unsuru olarak kullanabilen İş Bankası’nın yöneticileri, çalışanlarını turnikelere hapseden Şekerbank, helal sömürü hamlesiyle bankacılıkta çığır açan Ziraat Bankası, Koç grubunun Yapı Kredisi’nin tehditkâr şube müdürleri, yaptıkları işçi kıyımının dumanı tüterken sosyal medyadan 1 Mayıs mesajı gönderen Finansbank yöneticileri… Yok birbirlerinden farkı; hepsi yağmacı, hepsi emek düşmanı.
Ülkedeki toplumsal ihtiyaçların özelleştirilmesinde, kamu mallarının yağmalanmasında, rant ekonomisinin yaratılmasında başat rol oynayan finans tekelleri bugüne kadar her kriz döneminin faturasını emekçilere kesmesini çok iyi bildiler. Doğaya ve kent yaşamına düşman projeleri gözlerini kırpmaksızın hayata geçirdiler. Zamanında bedavaya getirerek açtıkları şubeleri aynı fırsatçılıkla yıllara yayarak “hissettirmeksizin” bir bir kapattılar. Ekonomik kriz kendini dayatırken daha fazlasını yapacakları ise artık sır değil.