Patronların Ensesindeyiz İstanbul Tekstil İşçileri Dayanışma Ağı tarafından düzenlenen söyleşiye çeşitli atölyelerde çalışan tekstil işçisi arkadaşlarımızla birlikte, iş hukuku ve göçmen hukuku alanında uzman avukatlar katıldı.
Avukatlarla yapılan söyleşilerin çoğunluğu, işçilerin yasal haklarına ilişkin sorulara odaklanır, işçiler sorar, avukatlar yanıtlar. Bu söyleşide ise farklıydı. Tekstil işçileri ve avukatlar hep birlikte işçilerin hukuk bilmesi gerekip gerekmediğini, yasal hakları bilmenin yeterli olup olmadığını ve tüm bunların örgütlülükle ilişkisini tartıştılar.
Tekstil ve hazır giyim sektöründe yoğun biçimde çalışan ve ağır sömürüye maruz kalan Suriyeli bir tekstil işçisinin de katıldığı söyleşinin moderatörlüğünü çoğunlukla gündelik işlere giden bir tekstil işçisi arkadaşımız yaptı.
İŞÇİ İŞÇİLİĞİNİN BİLİNCİNDE OLMALI
Mutlu (Tekstil işçisi): Merhaba arkadaşlar. Hoşgeldiniz… Ben sözü sizlere bırakmadan önce, çok kısaca tekstil ortamlarında işçi psikolojisine değinmek istiyorum. Tekstil atölyelerinde genellikle “her an işten çıkarılabilirim” diye düşünülür. Bu tehdit Demokles’in kılıcı gibi sürekli başınızın üzerinde sallanır. Merdivenaltı atölyelerde ise daha da sinmiş bir psikolojiyle karşı karşıya kalırsınız: “İyi çalışmazsam patron paramı vermeyebilir”. Bir de patronların işçileri darp ettiği, izbe atölyeler vardır. Bu üçü daha çok sigorta olmayan, kuralsız yerlerdir. Bir de daha büyük atölyeler ya da fabrikalar vardır ki buralarda aslında yasalara uygun çalışılır. Ama burada da başka sorunlar karşımıza çıkar. Markalara çalışan büyük atölyelerde bir büyük patron olur ve onun altında patroncuklar vardır. Buralarda da işçiler tek başlarına bir şey yapamayacaklarını kısa sürede fark ederler zaten. Bu kısa sınıflandırmanın ardından sözü ilk olarak avukat arkadaşlarımızdan birine vermek istiyorum. Barış hem Patronların Ensesindeyiz Ağı’nda hem de Birlik Sendikası çalışmalarında avukat olarak yer alıyor.
Barış (Avukat): Teşekkürler Mutlu. İşin içinde olan bir işçiden böyle bir sınıflandırma duymak gerçekten güzel. Seni dinlerken aslında inşaat sektöründeki gibi bir tablo olduğunu düşündüm. Ustalar, müdürler, müdürlerin üzerinde bir başkası… İşçi birlikte çalışıyor ama bir yandan da kendisini ezen kişinin yerine geçmeye çalışıyor. Böyle bir psikoloji de var.
Mutlu: Kesinlikle öyle, bunu da çok yaygın görüyoruz. Satı Abla, seninle devam edelim. Senin çalıştığın bölgede, Beykoz’da benzer bir tablo yaşanıyor mu?
Satı (Tekstil işçisi): Beykoz’da eskiden üç tane devasa fabrika vardı. Onlar kapanınca işçiler tamamen merdivenaltında çalışmaya başladı. Pek çok ev kadını da tekstilde çalışıyor. Eğitimi yok, okuma yazması dahi yok. Hakkını bilmiyor, hukuktan haberi yok. Patron da istediği zaman işten çıkarıyor. Bu tabloda tek yol örgütlenmek ama işçi korkuyor. Kendinin farkında değil, yaptığı işin farkında değil. Oysa işçi önce işçiliğinin bilincinde olmalı. Günde 2000-2500 adet iş çıkarıyor ama hakkını aramaya gelince korkuyor, “ekmeksiz kalırım” diyor, “çocuğumu okutamam, evim kira” diyor. Bir de bölgede çocuk işçilik çok yaygın ve küçük çocuklar gerçekten kötü şartlarda çalıştırılıyor. Yemek verilmeyebiliyor, çoğu yerde servis de yok. Hatta yolların kapandığı kar yağışında bile çalıştırdılar çocukları.
DEREBEYLİK GİBİ YÖNETİLİYOR
Mutlu: Genellikle bu tip yerler aile işletmeleri oluyor ve derebeylik gibi yönetiliyor. Enişte, kayınço, yenge, aile olarak işletiyorlar. Güçleri de küçük çocuklara yetiyor. Özellikle göçmenlerde yaygın olarak görüyoruz. Göçmenler bir yandan da mecburiyetten çalıştırıyor çocuklarını. Çünkü her ne kadar basında aksi söylense de bir yerden yardım da almıyorlar ve zor durumdalar. Ben biraz da Ümraniye’de tekstil işçisi olarak çalışan Ferhat’a dönmek istiyorum. Ferhat benzer sıkıntılar senin çalıştığın bölgede de yaşanıyor mu?
Ferhat (Tekstil işçisi): Ben merdivenaltı diyebileceğimiz küçük bir atölyede çalışıyorum. Senin değindiğin göçmen meselesiyle başlamak istiyorum. Aslında sektörde son birkaç yılda sigortalı çalışanlar azaldı ve reel ücretlerde düşüş yaşadık. Ve kıyaslayınca, yerli işçiyle göçmen işçinin ücretleri denk hale gelmeye başladı. Ücretlerin düşüklüğünün yanında, bir de psikolojik baskıdan söz etmek gerekiyor. Bağırma, küfürlü konuşma gibi davranışlar gayet doğal kabul ediliyor. Tüm bu sorunlara rağmen, işçiler yaşadıkları ekonomik zorluklar nedeniyle işlerini kaybetmek istemiyor. Sektörde örgütsüzlük de hakim olunca, bu duruma boyun eğmek durumunda kalıyorlar. Pek çok arkadaşımız yasal haklarını da bilmiyor. Ama bir yandan da diyelim ki hukuki bilgilere eriştik, tek başına yeterli olacak mı?
ÖRGÜTLÜYSEM MÜCADELE EDEBİLİRİM
Mutlu: Ferhat’ın sorusunun üzerine Duygu’ya sözü vermek istiyorum. Duygu, bir avukat olarak, haklarımızı bilmekle, kullanabilmek ve örgütlülük ilişkisi hakkında sen neler söyleyebilirsin?
Duygu (Avukat): Kendi üzerimden bir örnek vereyim, ben avukatım. Sekiz senedir. Bunun çok büyük bir kısmını işçi avukat olarak geçirdim. Son çalıştığım işyeri mültecilere hukuki destek sağlayan bir dernekti ve sürekli olarak patronumdan mobbing gördüm. Hakaret ve aşağılanmalarla bağırarak azarlandığım günleri bilirim. Ve ben bunu bir avukat olarak yaşadım. Yani haklarımı biliyorum ama bunu ezilerek yaşadım. Haklarımızı elbette bilmeliyiz. Ama bilsek bile eğer yalnız isek harekete geçmek ve mücadele etmek çok zor oluyor. Oysa örgütlüysem mücadele edebilirim, çünkü bilirim ki, benim yoldaşlarım, ellerinden geldiği sürece bana destek olacak. O durumda bir hukuk mücadelesi verip haklarımı da alabilirim.
Barış: Bir başka sorun mahkemeye erişim hakkı. İşçi aldığı paranın önemli bölümünü mahkemeye verecekse, bu da iki üç yıl sürecekse bunu yapamıyor. Şu andaki sistemde, işçinin kendi başına dava açabilmesi için asgari bir hukuk bilgisine sahip olması gerekir, bu çok zor. Avukatla çalışabilir ama çoğunlukla avukatlık ücretleri çok yüksek. Üstelik arabuluculuk aşamasıyla daha da zorlaştırıldı. Bu süreçte, hakkını talep eden işçinin zor durumundan faydalanarak bir şekilde hak kaybı yaşatılıyor.
PATRON ÇALIŞMA İZNİ ALMAZSA…
Mutlu: Yanımda Suriyeli, tekstil işçisi bir arkadaşım var. Abdullah’a da söz vermek istiyorum. Aynı evde kalıyoruz Abdullah’la. O da işyerinde kimi sorunlar yaşamıştı, onları bizimle paylaşacak.
Abdullah (Göçmen tekstil işçisi): Teşekkürler… Atölyede mesaiye zorla bırakıyorlar mesela. Ücretleri geç veriyorlar veya bir bölümünü kesiyorlar. Orada çalışmaya devam etmemiz için, ücretin bir kısmını içeride bırakıyorlar. Bu önemli sorun.
Duygu: Sanıyorum bu problemlerin içinden çıkabilmenin tek yolu, Türkiyeli işçilerle de birlikte bir mücadele geliştirilmesi. Göçmen işçilerde en büyük sorunlardan biri de çalışma izni oluyor. Çalışma izni olmadan çalıştırılınca, kanunda sınırdışı edilme nedeni olarak sayılıyor. Oysa bu izni sadece patron başvuru yaparak alabiliyor. Burada yapılabilecek en doğru şeyin patronun ifşa edilmesi ve örgütlenerek birlikte mücadele edilmesi olduğunu düşünüyorum.
KENDİMİ GÜÇLÜ HİSSEDİYORUM, ÇÜNKÜ ÖRGÜTLÜYÜM
Mutlu: Zamanımız yavaş yavaş doluyor. Ben hepinizin son sözlerinizi almak istiyorum.
Duygu: Yoksulluk seviyesi, açlık seviyesi öyle bir boyuta geldi ki, örgütlenmeyi ancak dayanışmayla örebiliriz. İşçiler diğer türlü patronuna başkaldırmayı da göze alabilecek durumda değiller. O dayanışma ağlarını çok hızlı biçimde kurmalı, birbirimizi bu çukurdan çıkarmalıyız.
Ferhat: Yüzbinlerce tekstil işçisi var, rengarenk güzel elbiseler dikiyoruz. Ama şu anda bunu patronların cebini doldurmak için dikiyoruz. Oysa istediğimiz ülkeyi kurduğumuz zaman gerçekten kendi ülkemizi rengarenk giydireceğiz. Umutsuz değiliz. Örgütlenerek, mücadele ederek bu düzenin sonunu getirecek ve haklarımızı alacağız.
Barış: İşçi sınıfının işçi olduğunu ve patronların zenginliğinin işçilerin bu emeğinden kaynaklandığını bilmesi, bu bilinci taşıması gerekiyor. Bu bilinç aynı zamanda bir örgütlülüğü de sağlayacaktır.
Satı: Mücadele diyorum, örgütlülük diyorum, işçi olduğumuzun bilincinde olmak diyorum… Bence sadece bir haftada çalıştığımızla kendi ücretimizi çıkarıyoruz, geri kalan patronun cebine gidiyor. Bunun bilincinde olmamız gerekiyor. Eğer biz o üretimi yapıyor, o işlerin altından kalkıyorsak, mücadele de edebiliriz, örgütlenmeyi de beceririz. Ve ben kendimi çok güçlü hissediyorum çünkü benim arkamda bir örgütün olduğunu biliyorum. İşçiyim ve haklarımı biliyorum.
Duygu: Bugünleri birlikte atlatacağız, güzel günleri de birlikte kuracağız…