“Avrupa’da İşçi Haklarının Durumu ve Komünistlerin Mücadele Deneyimleri Üzerine” başlığı taşıyan konferansa TKP tarafından yapılan katkının tam metni şöyle:
Dünya çapında Avrupa’nın demokrasinin ve refahın merkezi olduğu yönünde bir inanç varlığını sürdürüyor. Oysa kıtadaki siyasi ve toplumsal kazanımların kaynağı Avrupa’nın her yerine yayılmış köklü ve güçlü işçi sınıfı hareketinin mücadelesiydi; bu hareketin geriye düştüğü 90’larla birlikte işçi sınıfının kazanılmış haklarının törpülenmesinin yanı sıra siyaset yeniden yapılandırılıyor, emekçiler siyasetin dışına itiliyordu. Bugün emperyalist sistem içi çelişkiler ve kapitalizmin derinleşen krizi her yerde olduğu gibi Avrupa’da da işçi sınıfına dönük daha kapsamlı saldırıları gündeme getiriyor. Bu saldırılarla birlikte faşist hareketler Avrupa’nın her yerinde yükselişte; emekçilerin çıkışsızlığı sağ radikalizme kapı aralıyor. Faşist siyasetler göçmen emekçileri hedef tahtasına oturtarak hem sınıfın bölünmesine hem de gerçek düşmanı olan sermaye sınıfına karşı bilenmek yerine öfkelerini göçmen kardeşlerine yöneltmesine neden oluyorlar. Diğer yandan Avrupa’nın her yerinde solu temsilen vitrinde olan reformist hareketler işçi sınıfının düzen içi sahte çözümlere kanalize edilmesi ve liberal kimlik siyasetiyle sınıf aidiyetinin gölgelenmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.
Avrupa Birliği Avrupa Komisyonu başta olmak üzere tüm mekanizmalarıyla on yıllardır işçi sınıfına karşı örgütlü sermaye saldırısının başat aktörü olarak kendini gösterdi. Avrupa Birliği 1992’den bu yana üye ülkelerin kamu maliyelerine yönelik giderek daha baskıcı hale gelen “makroekonomik gözetim” politikalarıyla emekçilerin yoksullaşmasına ve sömürüye karşı savunmasız hale gelmesine neden olduğu, işçi sınıfının toplu sözleşme, emeklilik hakkı, sabit çalışma saatleri, işsizlik sigortası gibi pek çok kazanılmış hakkının bizzat AB bürokrasisinin saldırısı altında olduğu biliniyor. Hükümetler emek piyasasını sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesine çevirirken AB bürokrasisinin arkasına sığınıyorlar. Avrupa Birliği Avrupa sermayesinin çıkarlarını koruma işlevini üstlenen bir emperyalist merkez olarak birliğe üye olan ve olmayan ülkelerin işçi sınıflarını tehdit etmeye devam ediyor.
2008 krizinden bu yana, örgütsüz milyonlarca emekçi ağırlaşan yaşam koşullarının etkisiyle pek çok ülkede irili ufaklı çok sayıda eyleme, dönem dönem kitlesel boyutlara varan direniş ve grevlere imza atıyorlar. İşçi sınıfı hareketliliğinin yükselişi karşısında sermaye güçleri bir yandan daha fazla devlet şiddetine başvururken diğer yandan yabancı düşmanlığını kışkırtarak, faşist hareketler ve sahte sol alternatifler eliyle sınıfın aklına dönük saldırısını yoğunlaştırıyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, emperyalist rekabetin etkileriyle derinleşen kriz, karmaşıklaşan çelişkiler ve savaş tehdidi işçi sınıfının radikalize olma potansiyelini daha fazla açığa çıkarmaktadır. Avrupa genelinde önemli bir eksiklik komünistlerin işçi sınıfı üzerindeki sınırlı etkisinden kaynaklanmaktadır. Komünistler, emekçilerin eylemlerine siyasi bir yön kazandırarak onları sosyalizm seçeneği ile buluşturmak imkanı ve görevi ile karşı karşıyadır.
Türkiye’de Avrupa Birliği üyeliği 1990’lı yıllardan itibaren ülkeyi düzlüğe çıkaracak başat proje olarak öne çıkarıldı. Emekçilere yıllarca AB’ye girilirse, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları gibi başlıklarda lig atlayacağı, refah düzeyinin artacağı ve çeşitli sosyal haklar elde edileceği masalı anlatıldı. Avrupa soluyla iç içe geçmiş Türkiyeli liberal entelektüeller ve kimi sol siyasi gruplar bu masalı “emeğin Avrupası” sloganıyla meşrulaştırmaya cüret ettiler. Emekçiler bir yandan bu masalla oyalanırken, diğer yandan 2005’te tam üyelik müzakerelerinin başlamasıyla birlikte AB müktesebatına “uyum” gerekçesiyle çok sayıda liberal reforma imza atıldı. Geçen zamanda, hem üyelik sürecinin tamamlanmayacağının ortaya çıkması, hem de Avrupa ülkelerinde ağırlaşan yaşam koşulları, yabancı düşmanlığı, AB bürokrasisi ve merkez AB ülkelerinin savaş kışkırtıcılığı, emekçilere yönelik artan devlet şiddeti gibi faktörler Türkiye emekçileri nezdinde AB’nin eski albenisinin bir ölçüde yok olmasına neden oldu. Yine de Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin tek kurtuluşu olduğu yönünde sonu gelmeyen liberal tezlere karşı AB’nin emperyalist ve işçi düşmanı bir sermaye organizasyonu olduğu gerçeğini anlatma görevimiz sürüyor. AB’nin güvenli liman olduğu yanılsamasına karşı, sosyalist Türkiye’nin tüm emperyalist merkezlerin etkisinden uzak kendi ayakları üzerinde durabileceği tezini güçlendirmemiz gerekiyor.
Türkiye’de son seçimde Erdoğan bir sarsıntı geçirdi. Fakat Erdoğan’la özdeşleşen AKP’nin oluşturduğu siyasi iklim, muhalefette güçlenen İmamoğlu liderliğiyle birlikte, özellikle eğitimli genç nüfusun yolsuz ve cahil yöneticiler karşısında Avrupa ‘medeniyetini’ bir kurtuluş umudu olarak görmesine sebep oluyor. Burada dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var: Türkiye’de AB’nin eski prestiji kalmasa da Avrupalı emekçilerin sorunlarına dönük bir yabancılaşma hissediliyor. Buna karşı bizler, Avrupa’nın merkez ülkelerinde işçi sınıfının vermek zorunda kaldığı mücadeleleri bilince çıkarmak yükümlülüğü altındayız. Dahası, Avrupa sermayesinin Türkiye’yle kurduğu ilişkilerin, Avrupa işçi sınıfının hak kayıplarına paralel olarak Türkiye’deki büyük yoksullaşmanın en önemli sebeplerinden birini oluşturduğunu göstermek zorundayız. Türkiye’den geçmişte göçmüş ve son dönemlerde göçen eğitimli ve eğitimsiz emekçilerin yaşam mücadelesinin de Avrupa’da işçi sınıfı mücadeleleriyle bağının kurulması gerekiyor. Öte yandan, Türkiye’de AKP’yi yıllardır destekleyen büyük sermaye özellikle Doğu Avrupa’da çeşitli ülkelere yatırımlar yapmaya başladı. Bu sermaye gruplarının oralardaki işçi sınıfının muhatabı haline gelmesine ilişkin daha fazla veriye, buradaki fay hatlarını tespit etmeye ve takip etmeye ihtiyacımız var.
TKP ülkedeki yabancı sermaye istilasına karşı devletleştirmeyi ve emperyalistlerle yapılan tüm anlaşmaların feshini savunuyor. Türkiye’de sosyalist seçeneğin güçlendirilmesinin ana kanalının ise TKP’nin işçi sınıfı ile bağlarını güçlendirmesinden geçtiğini düşünüyoruz. Emekçiler, artan işsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığı karşısında geliştirdikleri tepkilerde, iş yerlerinde uğradıkları haksızlıklara karşı eylemlerinde TKP’ye güvenmeli, onu yanı başında bulmalıdır. Bu ancak sınıfla çok somut bağlar geliştirmekle mümkün olabiliyor. Tüm Avrupa ülkelerinde başat hale gelen güvencesiz ve esnek çalışma rejimi işçi sınıfının hakları ve mücadelesi açısından Türkiye’de en büyük zorluklardan birini teşkil ediyor. TKP, işyerinin değişen yapısına ve çalışma koşullarına uygun esnek bir tarz geliştirme ihtiyacıyla hareket ediyor.
Zaten büyük ölçüde örgütsüz hale gelen Türkiye işçi sınıfı içerisinde çeşitli örgütlenme girişimleri var. Geleneksel sendikal örgütlenmenin olmadığı veya mevcut sendikaların yetersiz kaldığı alanlarda irili ufaklı mücadele girişimleri örgütlenme arayışını yansıtıyor. Burada TKP’nin devreye soktuğu Patronların Ensesindeyiz Haberleşme Dayanışma ve Mücadele Ağı, yasal kısıtlara takılmadan bir işyerinde, bir işçi havzasında veya bir sektörde ortak sorunlar etrafında bir araya gelen işçilerin bir koordinasyon veya komite oluşturarak birlikte mücadele etmesinin yolunu açıyor. Özellikle 2022-2023’te motokuryeler arasında PE örgütlenmesi önemli bir deneyim sağladı. Sirkülasyonun çok yoğun olduğu ve giderek büyüyen bu sektörde büyük bir emek sömürüsü var. Kargo tekellerinin motokuryeleri kendi hesabına çalışma usulüyle istihdam etmesine rağmen, motokuryelerin hak kayıpları karşısında sınıf refleksine PE’nin öncülük etmesi dikkate değerdi. Yine 2023’te Ankara’nın merkez ilçe belediyelerinde olduğu gibi patron-sendika işbirliğine karşı işçilerin taraflaşması PE ile sağlandı. Halen sürmekte olan Lezita grevinde de Öz Gıda İş sendikasında örgütlenen işçilerin patronun her tür saldırısına karşı verdiği mücadelelerinde komünistler PE örgütlenmesi üzerinden grevin başından itibaren yanlarında oldular ve gündeme taşınması için ellerinden geleni yaptılar.
Neticede, partilerimizin her birinin kendi ülkesindeki koşullara göre, devrimci bir strateji doğrultusunda, işçi sınıfını örgütlü kılabilmek için en etkili müdahaleyi gerçekleştirme, bu müdahaleye uygun araçları geliştirme sorumluluğu var. Öte yandan, emperyalist sistemin merkez ülkelerinde komünizmin canlanması ve bir seçenek haline gelmesi Avrupa’da ve dünyada komünist hareketin topyekûn silkinişi için elzemdir. Bu nedenle, Avrupa’da mücadele yürüten partiler olarak bu merkezlere yönelik bir strateji geliştirmeye de ihtiyacımız bulunmaktadır.
—
Avrupa’daki komünist ve işçi partileri arasında bölgesel işbirliğini amaçlayan Avrupa Komünist Hareketi, 18 Kasım 2023’te Yunanistan’ın başkenti Atina’da gerçekleşen toplantıyla kuruluşunu duyurmuştu.
Bu işbirliği ile, Marksizm-leninizmin ilkeleri doğrultusunda hareket eden ve sosyalist devrimin güncelliğini savunan partiler arasında iletişimin artırılarak siyasal ve ideolojik ortaklığın pekiştirmesinin, partilerin işçi sınıfı içindeki bağlarını ve ortak somut mücadelelerinin güçlendirmesinin ve Avrupa’da devrimci mücadeleye enerji verecek gerçek bir devrimci odak oluşturmasının amaçlandığı ilan edilmişti.
12 partinin katılımıyla gerçekleşen kuruluş toplantısında TKP’nin yanı sıra şu partiler yer almıştı:
Avusturya Emek Partisi, Fransa Devrimci Komünist Partisi, Komünist İşçi Partisi – Barış ve Sosyalizm için (Finlandiya), Hollanda Yeni Komünist Partisi, İrlanda İşçi Partisi, İspanya İşçileri Komünist Partisi, İsveç Komünist Partisi, İsviçre Komünist Partisi, Komünist Cephe (İtalya), Ukrayna Komünistleri Birliği, Yunanistan Komünist Partisi.