TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Rus yayın organı RIA FAN’ın NATO Zirvesi ile Erdoğan’ın, Finlandiya ve İsveç’in üyeliğine ön onay vermesine ilişkin sorularını yanıtladı.
Röportajın tamamı şöyle:
Madrid’de düzenlenen NATO zirvesinde Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasına ön onay verdi. Mayıs ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’nın PKK ve FETÖ’yü destekleyen ülkelerin NATO’ya girmesine asla izin vermeyeceğini belirttiği için Rusya’da bu karar birçok insan için sürpriz oldu. Sizce Erdoğan’ın kararını değiştirmeye iten sebepler nelerdir? Ve bu karar sizin için sürpriz miydi?
Erdoğan’ın bir noktada Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliğine vetoyu kaldıracağını biliyorduk. Ancak bunun Madrid zirvesinde gerçekleşeceğini beklemiyorduk. Nitekim öğrendiğimiz kadarıyla AKP ve bürokrasi içinde de konunun bu kadar hızlı bağlanmasına şaşıranlar olmuş. Süreci hızlandıranın İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye verdiği güvenceler olduğunu hiç düşünmüyorum. İşin gerçeği, yürütülen pazarlıkların görünen kısmı olan “teröristleri himayeden vazgeçme” talebi son derece önemsiz. Meselenin özü Erdoğan’ın ABD ve AB ülkelerinden yaklaşan seçimler öncesinde siyasi ve ekonomik destek arayışına girmesidir. Peki bu desteği aldı mı? Bunun ayrıntılarını zaman içinde öğreneceğiz ama ben burada havuç kadar sopanın da işlediğini düşünüyorum. AKP hükümetinin elinde güçlü kozlar var evet ama aynı zamanda hem ekonomik hem siyasi açıdan hükümet çok kırılgan. Dolayısıyla Erdoğan’ı hızlandıranın, istediklerini almasından ziyade ABD’den gelen tehdidin boyutlarını anlaması olduğunu söyleyebiliriz. Utanç verici bir durum bu.
Türkiye şu anda yasaklanan örgütlerin üyelerinin İsveç ve Finlandiya’dan iadesini bekliyor. Aynı zamanda Stockholm ve Helsinki, Ankara’ya iadelere hazır değiller. Sizce olaylar nasıl gelişecek? İsveç ve Finlandiya Türkiye’nin tüm şartlarını kabul edecek mi? Yoksa Erdoğan biraz geri çekilecek mi?
İmzalanan protokol bu başlıklarda genel ifadeler içeriyor. Dolayısıyla bu konularda pazarlıklar, gerilimler sürecek. Konunun İsveç ve Finlandiya’nın iç dinamikleriyle, iç siyasetiyle ilgili bir boyutu da var. Ve ne yazık ki, bu ülkelerde çok az parti meselenin özünü tartışıyor. Bu sürece “Erdoğan’a teslim olduk” gerekçesiyle değil, NATO’nun genişlemesini durdurmak, NATO’ya üye olmamak perspektifi ile karşı olmak gerekir. İsveç ve Finlandiya’da komünistlerin bu doğrultudaki çabalarını çok değerli buluyorum. Konu “özgürlükçü” İsveç ve Finlandiya’nın “otoriter” Türkiye’ye boyun eğmesi gibi bir temelde değerlendirilemez. Türkiye’deki iktidarın ne olduğu belli ama İsveç ve Finlandiya’ya ilişkin pembe tasvirlerden uzak durmak gerek. Özgürlükler, insan hakları, siyasi göçmenlerin güvenliği gibi başlıklarda duyarlı olup NATO’yu sorgulamamak açlık grevine başlayıp “bana yemek vermiyorlar” diye şikayet etmeye benzer. NATO ile özgürlükler yan yana gelmez.
Madrid’de üçlü mutabakat imzalandıktan sonra Yeni Şafak gazetesi, Erdoğan’ın istediğini aldığını yazdı. Üstelik ABD Başkanı Joe Biden, Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarını satmaları gerektiğini, bunun için ABD Kongresinden onay alabileceklerini söyledi. Mutabakat zaptının Türkiye’nin diplomatik zaferi olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce Erdoğan istediğini aldı mı? Türkiye Cumhurbaşkanının NATO ile yaptığı pazarlık ne kadar başarılı oldu?
NATO ile sürdürülen bir pazarlıkta Türkiye için tek bir “zafer” olabilir o da ülkemizin NATO’dan çıkması, ABD üslerinin kapatılması. Erdoğan ne aldıysa aldı ya da neden korktuysa korktu ama sonuçta NATO’nun genişlemesinin önündeki bir engel kalktı. Bunun “zafer” olarak adlandırılması utanç vericidir. Ama Türkiye’de öyle bir muhalefet var ki, Erdoğan ve çevresinin bunu bir zafer olarak adlandırmasına yardımcı oluyorlar. Ukrayna’da savaş başladığında muhalefet NATO yaptırımlarına Türkiye’nin katılmamasını eleştiriyordu. Hükümeti batıdan uzaklaşmakla eleştiren Amerikancı muhalefete Erdoğan’ın dönüp “bak hem hakkımızı aldım hem anlaştım” der tabi! Onun dışında burda kazanan emperyalizmdir her durumda. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği çok ama çok önemli ve de tehlikeli bir gelişmedir.
Şu anda Rusya Ukrayna’da özel operasyon yürütüyor. Rusya’da ‘NATO ve ABD son Ukraynalı kalana kadar Rusya ile savaşmaya hazır’ deyimi sıkça kullanılıyor. Ukrayna krizinde NATO’nun rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
NATO sistematik bir biçimde doğuya doğru genişliyor. Tarihsel olarak baktığımızda kurulduğundan beri NATO saldırgan, suçlu, savaşçı bir örgütlenmedir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kuşkusuz misyonunda değişiklikler olmuştur ama birçok özelliği aynı kalmıştır. Ukrayna krizinde NATO başrolü oynamaktadır. Biden seçildiğinde dünyada ve Türkiye’de birçok solcu “demokrasi” adına sevinmişti. Biz de “siz aptal mısınız, savaş geliyor” demiştik. Ve savaşın Karadeniz ile Baltık’ta çıkacağını söylemiştik. Tam öngördüğümüz gibi. Bu noktada NATO’nun temellerindeki sınıfsal karakter unutulmamalı. NATO emperyalist bir örgütlenmedir, sermayenin egemenliğinin ürünüdür. Aynı sınıfsal karakter Ukrayna ve Rusya için de geçerlidir. Burada çok açık çıkar çatışmaları söz konusudur. NATO’nun suçları, bu savaşın bir paylaşım savaşı olduğunu unutturmamalıdır.
Daha önceki açıklamalarınızda, Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıktığınızdan bahsettiniz. Sebeplerini açabilir misiniz?
NATO dünyanın en büyük terör örgütüdür. Savaşlar çıkarır, darbeler yapar, işgaller düzenler, cinayetler işler. NATO uluslararası tekellerin bekçisidir. NATO ABD emperyalizminin hegemonya aygıtıdır. Ülkemdeki yakın tarihin bütün trajik olaylarında NATO parmağı bulabilirsiniz. Ayrıca NATO, Türkiye’deki sermaye egemenliğini korumakta, ona kalkan olmaktadır. Sanıyorum yeterli oldu. NATO’dan derhal çıkmalıyız. Bu kadar basit.
Ukrayna’daki olayların ışığında Türkiye’de zor bir ekonomik durum var. Resmi verilere göre ülkedeki yıllık enflasyon yüzde 73,50’ye ulaştı. Buna ek olarak, Türk Lirası Ukrayna’daki olaylardan önce bile çok değer kaybetti. Ekonomik krizin nedenini nasıl görüyorsunuz? Bu dünya çapında bir trend mi yoksa bu kriz Türkiye’nin iç sorunlarından mı kaynaklanıyor?
Türkiye’de kamu kaynaklarının yağmalanması, emeğin sınırsız sömürüsü, uluslararası tekellerin sanayi, tarım ve enerji başta olmak üzere ekonominin her noktasını ele geçirmesi üzerine kurulu büyüme modeli çöktü. Kapitalizmin doğasında var kriz. Bugün yaşananların ancak bir bölümü Ukrayna ile ilgili. Türkiye kapitalizmi ağır bir sarsıntı geçiriyor ve bunun faturasını örgütsüz AKP ve muhalefet tarafından esir alınmış emekçi kitleler ödüyor. Kuşkusuz krizin uluslararası boyutları var; tedarik sorunları, enerji maliyetlerindeki artışlar… Ancak asıl sorun içerde. Ve sorun sadece AKP değil. Türkiye’de mevcut sistemde en küçük bir iyileşme mümkün değil. Ülkede piyasa terörü var. Ülkede dincilik var. Ülkede Amerikancılık var. İktidar ve muhalefet bu açılardan hemen hemen farksız. Komünistler işte gerçek farkı yaratmak için gece gündüz çaba harcıyor. Türkiye laik, sosyalist, bağımsız bir Cumhuriyet olduğunda kısa sürede ayağa kalkar ve bunun bölgemizdeki bütün uluslara büyük katkısı olur.