Küba Devlet Başkanı Diaz-Canel geçtiğimiz hafta resmi bir ziyaret için Türkiye’ye geldi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Bu ziyaretin zamanlaması ve gündemine ilişkin ne söyleyebilirsiniz?
Küba ile Türkiye arasındaki ilişkiler hiçbir zaman kötü olmadı. Bir NATO üyesi ve ABD müttefiki olmasına karşın Türkiye’de siyasi iktidarların Küba ile ilişkilerde oldukça özenli davrandığını biliyoruz. Bunun çeşitli nedenleri var. AKP de aynı yaklaşımı sürdürüyor. Hükümetin Latin Amerika’da genel olarak aktif bir dış politika yürüttüğü de ortada. Ekonomik, siyasi, hatta ideolojik hesaplarla bunu yaptığı açık. Küba’nın da ABD ablukasını kırmak için uluslararası alanda ilişkilerini çeşitlendirmesi gerekiyor. Ziyaret bu arayışların yoğunlaştığı bir döneme denk geldi.
Tek tük de olsa basında Küba’nın Erdoğan’ı seçim öncesinde desteklediğini, hatta Fidel Castro’nun, Che’nin böyle bir zamanda Türkiye’ye gelmeyi tercih etmeyeceği yazıldı.
Her kim böyle şeyler söyleyip yazdıysa hiçbir şey anlamamış. Che’nin yaşadığı dönemde Küba başta Sovyetler Birliği olmak üzere, sosyalist ülkelerin ekonomik ve siyasal desteğini arkasına almıştı. Şu anda ise on milyonluk ada, her açıdan emperyalistlerce kuşatılmış durumda. İnsanlar bu kadar kolay yargıda bulunmamalı. Küba ablukanın sonuçlarını hafifletmek zorunda. Canel’in Türkiye ziyaretinde iç politika ile ilgili hiçbir gündem olmadı. Küba’nın dış politikası ilkeler üzerine kurulu.
Peki gündem neydi?
Küba Devlet Başkanı ve Komünist Partisi Birinci Sekreteri Diaz-Canel oldukça kalabalık ve üst düzey bir heyetle sırasıyla Cezayir, Rusya, Türkiye ve Çin’de temaslarda bulundu. Bu ziyaretlerin ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine odaklandığı açık. Küba’nın önceliği bu. Özellikle enerji alanında son dönemde abluka nedeniyle ortaya çıkan sorunların hafifletilmesi için büyük bir arayış var. Türkiye ile bu alanda ciddi bir işbirliğinin olduğunu da biliyoruz.
AKP karşıtı bir parti olarak TKP bu işbirliğinden rahatsız olmuyor mu?
Tersine. Küba ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesini destekliyoruz.
Diaz-Canel, resmi temasların başlamasından önce Küba dostları ile bir araya geldi. Bu toplantıda siz de vardınız. Bu toplantının amacı neydi?
Toplantı Jose Marti Küba Dostluk Derneği tarafından organize edildi. Burada amaç Küba’daki son gelişmelere ve ablukanın yarattığı ağır sorunlara ilişkin davetlilerin birinci ağızdan bilgilendirilmesi ve dostça bir sohbetin gerçekleşmesiydi. Çok da verimli oldu. Küba Devlet Başkanı’na bu imkanı hazırladığı için tekrar teşekkür etmek isterim.
Bu toplantıda siz de söz aldınız ve Küba’ya karşı ABD tarafından uygulanan ablukaya karşı durmanın siyasetin ötesinde ahlaki bir yükümlülük olduğunu söylediniz. Bu ne anlama geliyor?
Küba’da bugün yaşanan sorunların çok ama çok büyük bir bölümü ablukanın sonucu. Ablukanın yarattığı yıkımı sadece maddi boyutuyla hesaplamak çok zor. Küba, kendi tercih ettiği yolda ilerleyebilmek için harcayacağı entelektüel potansiyeli de kullanamıyor. Ülke yönetiminin başka bir şeye odaklanması çok güç. Küba’ya dönük on yıllardır uygulanan ve son yıllarda iyice sıkılaştırılan ablukanın kanıksanmaması, “canım yıllardır sürüyor işte” türünden bir kolaycılıkla ele alınmaması gerekiyor. Ortada küçük bir ülkeye karşı soykırım anlamına gelebilecek bir saldırı var. Kimileri “E ABD neden ticaret yapsın ki sosyalist ülkeyle” türünden saçma değerlendirmeler yapıyor. Konu ABD’nin ticaret yapmamasının ötesinde. ABD kimsenin Küba ile ekonomik ilişki kurmasına izin vermemeye çalışıyor. Ve bunu büyük oranda beceriyor. Bu suçtur. Bu suça karşı durmak, evet ahlaki bir gerekliliktir. Biz parti olarak yaptığımızın daha fazlasını yapacağız.
TKP Küba ile her zaman yakın bir ilişki kurdu. Ancak son dönemde bu ilişinin daha da derinleştiği gözleniyor.
TKP’nin Küba Komünist Partisi ile ilişkisi zamanın sınavından başarıyla geçti. Dostluğun, açık sözlülüğün, yaratıcılığın, dayanışma kültürünün ve devrimciliğin güçlendirdiği bir ilişki bu. Laf olsun diye değil, aynı değerleri paylaşan iki parti bu değerler doğrultusunda somut, elle tutulur bir işbirliği yürütüyor. Şimdi bu işbirliğini daha ileri düzeylere taşıyoruz. Bu yıl TKP heyeti olarak Küba’ya gittiğimizde çok sayıda görüşme yaptık. Sonrasında Dünya Komünist ve İşçi Partileri toplantısı vesilesiyle bir kez daha üst düzey temaslarımız oldu. Bunlar devam edecek.
Şu anda Küba’da devrime önderlik eden kadroların yerine devrimin yetiştirdiği kadrolar yönetimde. Bu ne anlama geliyor?
Fidel Castro, şu anda hâlâ silahlı kuvvetlerin başındaki Raul Castro, o kuşaktan diğer yöneticiler muazzam bir otorite ve prestije sahipti. Bugün üst düzey sorumluluk alan kadrolar da elbette ciddi bir birikim ve deneyimin ardından bu noktaya geldiler ama aynı tarihsel otoriteye sahip olmadıkları açık. Bunun bilincinde olarak daha fazla çalışıyorlar ve daha farklı bir tarzla hareket ediyorlar. Bu yeni kuşak yöneticilerle ilgili değerlendirmeyi yapacak olan Küba halkı ve tarihtir. Ama yine de kişisel gözlemim, Küba’nın adanmış, mütevazı, uyanık ve devrimci bir yeni önderlik yaratmış olduğudur.