1993’te yaşanan Sivas katliamı tekil bir olay değildi, sonraki 30 yıl içinde düzen siyasetinin Cumhuriyet’in yıkılmasında oynayacağı rolün işaret fişeğiydi. Bu nedenle sanıkları yıllarca korundu, katliamda başlıca görev üstlenen Temel Karamollaoğlu ana muhalefet partisi tarafından meşrulaştırıldı, sanıkların hemen bütün avukatları AKP üyesiydiler.
Ve sonunda Türkiye’de aydınların yakılarak topluca öldürüldüğü davada sanık kalmadı, zaman aşımı kuralı bilinçli olarak bu dava sanıkları için kullanıldı. Böylece sadece sanıklar değil, Türkiye’de devlet içi-dışı olaya karışan bütün aktörler aklanmış oldu.
Diğer yandan laikliği hedef alan saldırılara karşı kalem oynatan gazeteciler hiç bu kadar baskı altına alınmamıştı. Gazeteci-yazar Zülal Kalkandelen’in devlet korumasındaki çocukların bir tarikat kampına yollanmasıyla ilgili habere yazısında yer vermesi soruşturma konusu oldu.
Laikliğe karşı bu saldırıları konu eden ve yapılanları kamuoyuna duyuran her gazeteci aynı zamanda doğrudan tarikatların hedefi haline geldi.
Diyanet İşleri Başkanlığı ise AKP döneminde devlet içinde devlet gibi davranıyor ve laik eğitim ilkesini yok sayıyor. Diyanet’in okullara eğitim danışmanı olarak imam atama kararını okul çağındaki çocuklar için Türkiye’nin her yerinde din okulu açma kararı izledi. Hedefleri sadece okul çağı çocukları değil. Okul öncesi çocukların eğitimine de el atmakta kararlılar.
Milli Eğitim Bakanı ise başka işi yokmuş gibi, karma eğitim ilkesini bozmayı temel hedefi haline getirmiş gözüküyor.
Bu saldırılara alışmamalıyız ve neden diye sormalıyız.
Çünkü ne yapacağımız bu sorunun yanıtıyla ilişkili.
Ülkemizde sermaye sınıfı iktidarını sürüyor. Ve bu sınıfın yağmacılığı, emek sömürüsü, hilebazlığı ve hırsızlığı öyle boyutlara varmıştır ki emekçiler dünyayı olduğu gibi gördüklerinde yaptıklarını meşrulaştırabilmek için onlara söyleyebilecekleri tek sözleri kalmamıştır. Bu sınıf çareyi emekçi halkımızın dini duygularının istismar edilmesinde bulmuştur.
Tarikat örgütlenmeleriyle ve laikliği hedef alan diğer tüm uygulamalarla emekçileri kuşatmaya çalışmaları bu nedenledir.
Yarattıkları toplumsal eşitsizliği, yoksulluğu, derin sömürüyü, hayat pahalılığını ancak bu şekilde örtebileceklerini düşünüyorlar.
Örtmelerine izin vermeyelim.
Cumhuriyetin temellerine saldıran tarikatların ve dini alet eden siyasetlerin arkasında bu ülkenin tüm zenginliklerini yağmalayan sermaye sınıfının olduğunu görelim.
Ülkemizin sahipsiz olmadığını ve eşit ve aydınlık bir geleceği olduğunu gösterelim.