Değerli yoldaşlar,
Sınıf mücadelesini ertelemek için bahane arayanlar için Türkiye bugün her açıdan uygun bir ülke haline gelmiştir.
Toplumu Türk ve Kürt milliyetçiliği bölmeye çalışmakta, Türk yoksulları ile Kürt yoksulları arasındaki düşmanlık körüklenmektedir. Aynı sorun Suriyeli göçmenlerle “yerliler” arasında yaşanmaktadır. Yani ulusal meseleler sınıf meselelerinin önüne geçmektedir.
İslamiyetin baskın yorumu Sünnilik ile Türkiye’de seküler güçlerin en önemli toplumsal damarlarından biri olan Alevilik arasındaki çelişkiler, iktidarın açık Sünni karakteri nedeniyle gündemden düşmemektedir. Yani mezhep kavgaları sınıf çelişkilerini örtmektedir.
Ülke bir yandan sözde antiemperyalist bir söylemle oyalanırken bir yandan da bir dizi bölgede yayılmacı bir pratiğin içine girmiş, savaş bir olasılık olmaktan çıkarak, gündelik bir gerçeğe dönüşmüştür. Yani savaş-barış sarmalı sınıf mücadelesini unutturmaktadır.
Siyasi iktidarın emperyalist sistem içi çelişkiler ve rekabetten yararlanarak yürütmekte olduğu pazarlıklar ve geliştirdiği açılımlar topluma batıcılar (NATO ve AB himayesinde demokrasi-özgürlük arayanlar) ile doğucu Avrasyacılar (Rusya-Çin ekseninde bağımsızlık arayanlar) arasındaki çekişme olarak yansımaktadır. Yani jeo-stratejik dengeler sınıf gerçekliğinin üstüne çıkmaktadır.
Erdoğan oldukça güçlü bir siyasi figür olarak kişisel konumunu ve geleceğini o denli dayatmaktadır ki, birçok kişide çelişkinin Osmanlı’ya öykünen bir kişi ile toplumun geri kalanı arasında olduğu kanaati uyanmaktadır. Yani bir otokratın varlığı emek-sermaye çelişkinin bir kenara konmasına neden olmaktadır.
Kısacası Türkiye’de devrimciliğin işçi değil de Kürtler, işçi sınıfı değil de Aleviler, işçi sınıfı değil de en geniş barış güçleri, işçi sınıfı değil de ABD karşıtları, işçi sınıfı değil de toplumun tüm unsurlarını temel alarak yürütülebileceği iddia edilebilmektedir. Bu nedenle Kürtleri savunmak için ABD ile, Alevileri savunmak için Alevi patronlarla, barışı savunmak için Avrupa Birliği ile, ABD’ye karşı durmak için milliyetçi-faşist güçlerle, Erdoğan’la mücadele etmek için yalnız sosyal demokrasiyle değil diğer burjuva partileriyle de işbirliği yapmak gerektiği söylenmektedir. Ve bütün bunlar devrimcilik adına yapılmaktadır.
Bu traji komik bir durumdur.
Yukarıdaki her bir başlık önemlidir. Ama her bir başlık ancak ve ancak sınıfsal bir perspektifle ele alındığında devrimci bir konumlanış mümkündür. Her bir başlık belirleyici mücadeleye bağlandığında devrimci bir enerji yaratabilir ve emekçi halk açısından mevzi kazanmanın koşulları ortaya çıkabilir.
Türkiye Komünist Partisi, ekonomist ve anarko sendikalist eğilimlere düşmeksizin, tersine bütün günsel siyasal başlıklarda güçlü pozisyonlar alarak, alternatif üreterek, Türkiye’de üzeri örtülmeye çalışılan işçi sınıfını siyasal bir güç olarak örgütlemeye çalışmaktadır.
TKP emek-sermaye çelişkisinin siyasette kendisini genellikle doğrudan değil, dolayımlarla ifade ettiği gerçeğini bir an için unutmadana ve bu dolayımlardan korkmadan hareket etmektedir. Ancak ideolojik-kültürel-siyasal kökleri olan bu dolayımlara teslim olmak, biricik devrimci güç olan işçi sınıfı merkezli siyasetten uzaklaşmak anlamına gelecektir.
Bu anlamda TKP Türkiye’nin verili nesnelliğinde işçi sınıfı içindeki çalışmalarını şu önceliklerle hayata geçirmektedir:
1. Yayın ve propaganda kanallarını sınıf çelişkilerini örten güncel gerilimlerin köklerini, temellerini ve gerçek kaynaklarını işçi sınıfına yaygın bir biçimde anlatmak için yeniden yapılandırmak.
2. Sermaye iktidarının söz konusu güncel gerilimler sayesinde gizlemeyi becerdiği işçi sınıfına dönük saldırıları gündem haline getirmek, emekçi halkta tepki ve direnç yaratmak ve onları örgütlü siyasete yaklaştırmak için partiyi, halk komitelerini ya da varsa (Türkiye’de sendikalılaşma oranı çok düşüktür) sendikaları kullanmak.
3. İşçi sınıfı içinde örgütlülüğün temeli olan işyeri birimlerini yaygınlaştırmak (son bir yılda TKP bu doğrultuda büyük bir hamle yaparak işyeri birimlerinin sayısını radikal bir biçimde artırmıştır).
4. İşçi sınıfı kimliğinin siyasal bir gerçeklik haline gelmesi için ideolojik ve kültürel alanda etkili hamleler yapmak.
5. İşçi sınıfının patronlarla karşı karşıya geldiği direnişler, siyasi iktidarın yasaklarına rağmen hayata geçirilen grev ya da benzeri eylemlere öncülük etmek, dayanışmak, bu mücadeleleri kalıcı örgütlenmelere taşımak ve yaygınlaştırmak.
6. Emek-sermaye çelişkisinin sonucu olan zengin-yoksul farklılığını, toplumdaki adaletsizlikleri, hayat pahalılığını düzen içi popülist demagojiye terk etmeksizin devrimci bir perspektife konu etmek.
7. Uluslararası ve ulusal ölçekte iyi emperyalist, iyi patron olamayacağı gerçeğini anlaşılır bir dille anlatmak ve sosyalist devrimin güncelliğinin bir stratejik tercih değil, devrimci siyaset açısından mutlak zorunluluk olduğunu somut olarak göstermek.
8. Reformların, devrimci bir stratejinin parçası olmadığında ve halkın tepkilerini düzen içinde tutmak isteyenlerin elinde kısa sürede gericik, baskı, iş ve yaşam koşullarında kötüleşme ve hatta faşizme yol açacağını izah ederek, burjuva politikacıların elindeki “acil çözüm” silahını etkisizleştirmek.
Kemal Okuyan
Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri